KADİR GECESİNDE KUR’AN-I KERİM’İN KADRİNİ BİLENLERDEN OLALIM

Allah Teâlâ’nın, Cebrail (a.) vasıtasıyla Hz. Muhammed (s.a.v.)’e lafız ve mana olarak indirmiş olduğu ve Mushaflara yazılmak suretiyle tevatüren nakledilen; Fatiha ile başlayıp Nas Suresi ile son bulan vahiyler toplamının ismi olan Kur’an-ı Kerim,[1] insanlara hidayeti göstermek için gelmiştir. Kur’an-ı Kerim’in bu hidayet yönünden istifade edebilmek için onunla dâimi bir iletişim içerisinde olmak gerekir. Bu iletişim, anlamadan ve yaşamadan kopuk ölü bir kıraat şeklinde olmamalıdır. Kur’an-ı Kerim’i okuyan her mü’min, onu Ümmü Eymen bilinciyle okumalı ve “Allah’ın kullarıyla konuşması[2]” olarak algılamalıdır. İlahi kitabı iyi algılayan bir insan onun tilavetini amelî hale de getirmelidir.[3]

Kur’an-ı Kerim’den okuyup anladıklarını amelî hale getirmek suretiyle ümmetine sünnet koyan Hz. Muhammed (s.a.v.), Kur’an-ı Kerim’in yaşanmasına hem büyük bir önem vermiş hem de teşvik etmiştir. Bu meyanda; “Ancak iki kişiye gıpta edilir: Birisi, Allah’ın (c.) kendisine mal mülk verdiği ve bu malı gece gündüz Allah yolunda harcayan kimse; diğeri de, Allah’ın (c.) Kur’an-ı Kerim (‘i okumayı, anlamayı ve öğrenmeyi) lütfettiği ve öğrendiği Kur’an’ın emirlerini gece gündüz uygulayan; gereklerini yerine getirendir.[4]” Resulullah (s.a.v.), okudukları Kur’an ayetlerini amelî hale getirmeyen ve hayatlarını vahiyle anlamlandırmayan insanların kötü akıbetlerini şöyle vasfetmiştir: “Ahir zamanda öyle bir kavim olacak ki Kur’an’ı okuyacaklar fakat okumuş oldukları şeyler hançerelerinden aşağıya geçmeyecektir…[5]” Hz. Peygamberin sakındırdığı bu tip bir okuma alanından çıkabilmek için önce onun mutlak hakikat ve hidayet olduğuna iman etmek gerekir. Sahabiler bu durumu şöyle dile getirmişlerdir: “Biz, önce imanı sonra Kur’an’ı öğrendik…[6]” Hz. Peygamberin hayat tarzını ve sünnetini örnek alan sahabiler “Biz, Kur’an-ı Kerim’i (okumayı) ve onunla amel etmeyi beraberce öğrendik.[7]” demişlerdir. Bunu da Abdullah b. Mes’ud’un (Ö: 32/652) ifadesiyle “on ayeti alıp içindekileri öğrenip amel etmeden başka ayetlere geçmemekle[8]” gerçekleştirmişlerdir. Bu davranış tüm sahabilerin yaptığı bir uygulama olmuştur.[9] Yaşayarak okumanın peygamber halkasındaki öncülerinden Abdullah b. Ömer, Bakara Suresini ancak sekiz yılda öğrenebildiğini ifade etmiştir.[10]

Hz. Peygamber (s.a.v.), Kur’an-ı Kerim’in hidayet kaynağı olduğunu şu hadiseyle tüm insanlığa duyurmuştur: “Size öyle bir kitap bıraktım ki Onun hükümlerine (iman etmek ve yaşamak suretiyle) sımsıkı sarıldığınız müddetçe sapıklığa düşmezsiniz.[11]” Resulullah bu tenbihatı ile Kur’an-ı Kerim’in iman ve ibadette en birincil kaynak olduğuna vurgu yapmış ve Kur’an’a sübjektif yaklaşmanın doğru olmadığına atıfta bulunmuştur. Kur’an-ı Kerim’in hidayet kaynağı ve yaşanmak için gönderilmesi gerçeğini göz önünde bulundurmayan sübjektif yaklaşımlar için Resulullah (s.a.v.): “Kur’an-ı Kerim’i öğrenip de onu indiriliş amacı dışında yorumlayanlar helak oldular.[12]” buyurmuştur.

Okumayla yaşamayı eş zamanlı değerlendiren Hasan el-Basrî de (Ö: h.110) sahabiler gibi düşünmüş ve Kur’an-ı Kerim’i okuduklarını söyleyip de yaşamayanlar için şu tesbiti yapmıştır: “İnsanlardan öyleleri var ki Kur’an’ı harf harf hiç eksiksiz okuduklarını söylerler. Vallahi okumamışlardır. Eğer okusalar idi, Kur’an onların ahlaklarında ve davranışlarında görülürdü.[13]” Abdullah b. Mes’ud’un deyimiyle Kur’an’ı Kerim: “Allah’ın (c.) sofrasıdır. Mü’minler ondan güçleri oranında faydalanıp[14]” hayatlarına katmalıdırlar. İnsanlar bu sofradan gereği gibi rızıklansınlar diye Hz. Muhammed (s.a.v.), Kur’an-ı Kerim’i okurken sözlü, amelî ve ahlakî olarak açıklamıştır.[15]

Kur’an-ı Kerim’i okuyup yaşamakla ilgili Hz. Peygamberin buyruklarını ve uygulamalarını şu ana başlıklar altında toplamak mümkündür:

1. Ayetlerin gereğini yaşamayı teşvik edip ümmetine örnek olması:

Allah’ın emirlerini alıp ümmetiyle yüce Allah arasındaki iletişime vasıta olan Hz. Muhammed (s.a.v.), Kur’an-ı Kerim’i en güzel şekilde yaşamıştır. O, yaşamak suretiyle Kur’an’ı tefsir etmiştir. Kur’an-ı Kerim onun hayatı olmuştur.[16] “Allah’ın kelamından bir şeyi yaşamayıp reddetmek sanki Allah’ı reddetmektir.[17]” anlayışıyla Kur’an’a yaklaşan Resulullah, Kur’an’ı öyle yaşamış ki Hz. Ayşe’nin (Ö: 58/677) ifadesiyle “Kur’an-ı Kerim, Hz. Peygamberin ahlakı olmuştur.[18]”

Hz. Peygamber, kendisine gelen ayetleri yaşamayı teşvik babında ümmetine zaman zaman müjdeler vererek ilahi emirleri amelî hale getirme hususunda onları teşvik etmiştir. Onun şu hadisi konuyla ilgili önemli bir örnektir: “Bana on ayeti kerime indirildi ki kim bu ayetlerin gereğini yerine getirirse cennete girer.” Buyurmuş ve Mü’minun Suresinin ilk on ayetini mü’minlere okumuştur.[19]

Kur’an-ı Kerim’i yaşama konusunda en büyük rehber Hz. Peygamber (s.a.v.)dir. Süfyan b. Uyeyne bu durumu şöyle izah etmiştir: “Resulullah en büyük ölçüdür. Her şey onun hayat tarzına arz edilir; ahlakına, gidişatına ve tutmuş olduğu hak yola. Kimin hayatı onun hayatıyla örtüşürse doğru yolda, kimin hayatı da onun hayatıyla çatışırsa batıldadır.[20]” Yukarıdaki örnekte olduğu gibi, Hz. Peygamberin kısmî ve genel teşviklerini göz önünde bulundurarak Resulullah gibi Kur’an-ı Kerim’i yaşamaya çalışmak konuyla ilgili sünneti de ihya etmektir. İnsan Kur’an’ı iyi yaşadığı oranda kendini Hz. Peygamberin hayat tarzına da arz etmiş olur.

2. Kur’an-ı Kerim’in emir ve yasaklarını öğrenip gereği gibi amel etmeyi emretmesi:

Arabın en fasihi olan Hz. Muhammed (s.a.v.), Kur’an-ı Kerim’in üslubunu örnek alarak mesajını zaman zaman benzetme ve örneklemelerle açıklamıştır. Bu benzetme ve diğer belagatli anlatım meseleleri daha iyi ve kalıcı anlamaya neden olmuştur. Bu tip anlatımlarından birinde Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz ki Allah’ın bazı insanlardan edinmiş olduğu ehli vardır.” Sahabiler, kim bu Ehlullah ey Allah’ın elçisi diye sorduklarında o şu cevabı vermiştir: “Kur’an-ı Kerim ehli olanlardır. Onlar aynı zamanda (yeryüzünde) Allah’ın ehli ve kendisi için seçmiş olduğu has (özel) kullardır.[21]” Ehlullah diye adlandırılan ve peygamberin dilinden yüceltilen bu insanlar Kur’an-ı Kerim’i okuma, tefekkür etme, vahyin isteklerini paylaşma ve yaşamada önde olan insanlardır. Bu durumu Hz. Peygamber (s.a.v.), Hz. Ali’nin (Ö: 40/660) rivayet ettiği bir hadiste şöyle izah etmiştir: “Kim, Kur’an-ı Kerim’i okur, onu ezberler ve içerisindeki helalleri helal bilir, haramlarını haram sayar (ve kaçınırsa) Allah Teâlâ o kişiyi bu davranışları nedeniyle cennetine kor.[22]” Abdullah b. Abbas’tan (Ö: 68/687) mervi hadis ise Kur’an’ı yaşamanın önemini daha da net açıklamaktadır: “Kim ki Kur’an-ı Kerim’i okur, içerisindeki buyruklara uyar (hayatında uygular)sa Allah (c.) onu sapkınlıktan (kurtarıp) hidayete erdirir, kötü (ve zor) bir hesaptan korur.[23]” Hz. Muhammed (s.a.v.) bu ifadesini şu ayetle desteklemiştir: “…Eğer tarafımdan size bir yol gösterici (kitap) gelir de kim benim yol göstericime uyarsa, o ne (dünyada) sapar, ne de (ahirette) sıkıntı çeker.[24]”

Yüce Allah kevni ayetler (tabiatta meydana gelen ve ilahi iradeye bağlı olarak tecelli eden olaylar) üzerinde düşünmeyi[25] hem de Kur’an-ı Kerim ayetlerini düşünerek okumayı şu ayetikerimede teşvik etmiştir: “Bu Kur’an, ayetlerini düşünsünler ve akıl sahipleri öğüt alıp başkalarına da hatırlatsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.[26]” Kitabın bereketli (mübarek olması), üzerinde düşünüp emir ve yasakları yaşandıkça her devrin ihtiyaçlarına cevap vermesidir.

3. Kur’an-ı Kerim’in içeriğini yaşamanın onu unutup kaybolmaktan koruyacağına dair uyarıları:

Kur’an-ı Kerim’in ilahi bir koruma altında olduğunu cenabı Allah “Onu biz indirdik koruyacak da biziz.[27]” ayetiyle bildirmiştir. Allah (c.), Kur’an-ı Kerim’in korunmasına, şu üç şeyi vesile kılmıştır: Namazlarda Arapça lafzıyla tilavet, hafızlık kurumunun yaygın hale getirilmesi, hayatın tüm alanlarında yaşanması. Eğer Kur’an, hayata aksettirilmek suretiyle yaşayan bir Kur’an toplumu vücuda getirilmezse geçmiş kitapların başına gelenler onun da başına gelebilir. Bu durumu en iyi kavrayan ve ileriyi gören Hz. Muhammed (s.a.v.)’den şöyle bir olay nakledilir: “Resulullah bir gün ilmin kaybolup gitmesinden (üzüntüyle) bahsetti. Bunun üzerine (ravi) Ziyad b. Lebid şöyle demiştir: Ey Allah’ın Resulü! Bizler Kur’an-ı Kerim’i okurken, çocuklarımıza ve torunlarımıza okuturken ve bu durum kıyamete kadar da devam edecekken nasıl ilim kaybolur? Resulullah: “Ziyad! Anan seni kaybetsin[28]. Ben seni Medine’nin en anlayışlı adamlarından biri olarak görüyordum (böyle bir kanaate varman yanlış). Yahudiler ve Hıristiyanlar da Tevrat ve İncili okumuyorlar mıydı? Ama onlar bu kitapların içindekileri yaşamadıkları için (bu kitaplar tahrif oldu ve) ilim kayboldu.[29]”Bir başka rivayette de ilmin kaybolması onu taşıyan insanların ölümü olarak belirtilmiştir[30] Resulullah bu kıyaslamayla, Kur’an-ı Kerim yaşanmadan ve hayatın merkezine alınmadan okunacak olursa; hükümleri nesilden nesile aktarılmadığı için cüretkârların Kur’an hakkında kötü düşünebileceklerine işaret etmiştir. Kur’an’ın tanımındaki “tilavetiyle ibadet olunan[31]” ifadesi onun hem ibadet dili olmasına hem de yaşanmasının ibadet olmasına delalet eder. Çünkü onun içerisinde hayatın tüm genişlik alanlarıyla ilgili ayetler vardır.

Kur’an-ı Kerim’in genişlik alanındaki ayetleri usul (metodoloji) alimleri şöyle sıralamışlardır:

1- İtikada taalluk edenler.
2- Nefsi arıtmayla; iyi olanlarla tezyin etmeyle ilgili olanlar.
3- Amelî hükümler:
a. İbadet
b. Muamelat. Muamelatla ilgili hükümlerin açılımı ise şöyledir:
· Aile hukuku; talak, nikah, evlatlık, nesep vb. 70 ayet.
· Malî konular; bey’, icare, alım-satım, rehin. 70 ayet.
· Kaza, şehadet, yemin ve davaların hukuka götürülmesi. 13 ayet.
· Ceza hukuku. 30 ayet.
· Uluslararası hukuk. 25 ayet.
· İktisadi konular. 10 ayet.
· Muhakeme usulleri. 10 ayet.[32]

Kur’an-ı Kerim’deki bu genel emirler, Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından yirmi üç yıllık bir uygulamayla hayata katılmak suretiyle canlı bir vahiy toplumu oluşturulmuş ve yaşayan İslam-sünnet gelecek nesillere nakledilmiştir. Resulullah da herhangi bir sapmanın olmaması için Kur’an’ın hayata katılmasının evrenselleşmesini istemiştir.

4. Kur’an-ı Kerim’i okuyup yaşamanın toplumsal dönüşüme katkısıyla ilgili öğütler:

Kur’an-ı Kerim ilk nazil olmaya başladığından beri müşrikler onun hayatın hukukî, iktisadî ve siyasal cephelerine karışmasını hoş karşılamıyorlardı. Kur’an’ın sosyal olaylara çözüm sunmasını zihinlerindeki tanrı anlayışıyla bağdaştıramıyorlardı. Bundan dolayı Hz. Muhammed’in (s.a.v.), hayatın her yönüyle ilgilenmesi yerine, dışa kapalı bireysel bir dindar olmasını istiyorlardı. “Kur’an-ı Kerim ‘yaratmayla beraber emir alanında Allah’a ait[33]’ olduğunu ilan ederek insanları hayatı parçalamamaya çağırıyordu. Hayatın sosyal cephesini terk ederek bireysel bir Müslümanlık yaşamak isteyen bir sahabi Hz. Peygambere gelmiş ve şöyle demiştir: “Ya Resulallah! Bir vahaya uğradım. İçinde suyu var. Kendi kendime orada kalıp suyundan ve çevresindeki sebzelerden faydalanmaya ve dünyadan da uzaklaşmaya karar verdim.” Hz. Muhammed (s.a.v.), bu şahsa şu cevabı vermiştir: “Ben Yahudilik ve Hıristiyanlıkla gönderilmedim. Dosdoğru din olan haniflik (İslam) ile gönderildim. Allah’a yemin ederim ki Allah yolunda bir sabah veya akşam yürüyüşü dünya ve içerisindeki her şeyden daha hayırlıdır. Sizin düşmana karşı saf bağlayarak bir anlık duruşunuz (hayattan el çekerek uzlette)kaldığınız altmış yıllık ibadetten daha hayırlıdır.”[34]

Kaynaklar:

[1] el-Hanbelî, Şakir, Usulül Fıkh’ı-l İslami, Güven Matbaacılık, İst, trsz, s.46; Hallaf, Abdulvahhab, İlmi Usulû Fıkıh, Kahire, 1968, s.23; Zeydan, Abdulkerim, el-Veciz, Mektebet’ü-l İslami, İstanbul 1979, s.124

[2] İbni Sad, Tabakat c.IV, s.127; Ahmed, Müsned, c.III, 212; Müslim, 44, F. Sahabe, 18, N:2453, c.II, s.1907
[3] Bak: İbni Kayyim el-Cevzi, Ebu Abdullah b. Muhammed, Medaricus-Sâlikin, Darul Kütubul İlmiyye, Beyrut trsz, c.I, s.485
[4] Abdurrezzak b. Hummam, Musannef, Pakistan 1983, N: 5974, III, 360-1; Ahmed, Müsned /tah: M. Şakir), No: 4550, c.VI, s.25; Buhari, 93, Ahkam, 3, c.VIII, s.105; Heysemî, Nureddin Ali b. Ebi Bekir, Mecmauz Zevaid, Darul Kitabil Arabi, Beyrut 1982, c.II, s.256
[5] Ahmed, Müsned (tahk: M. Şakir), N: 1345, c.II, s.343
[6] Abdullah b. Ahmed b. Hanbel, Sünnet, Had. No: 616, s.109; No: 1662 İbni Mace, Mukaddime, 9, N: 61, I, s.23
[7] Tahavî, Müşkil’ü-l Asar, II, 133
[8] Tahavi, Müskil’ü-l Asar, No: 1661, c.II, s.132
[9] Heysemi I-165
[10] Malik b. Enes, Muvatta, Çağrı yay, İst 1981, Kur’an 15, c.I, s.205
[11] Müslim, 15, Hac, 19, No: 1218, c.I, s.890
[12] Müsned, Ahmed, c.IV, s.143
[13] el-Muhasibi, Haris, el-Akl Fehm’ü-l Kuran, Darul Fikr 1952, s.276
[14] Darimi, Ebu Muhammed Abdullah b. Abdurrahman, es-Sünen, Çağrı yay, İst 1981, 23, Fedailü’l-Kur’an, c.I, s.825
[15] ez-Zerkani, Muhammed b. Abdullah, Menahili’l Kur’an fî Ulum’i-l Kur’an, Kahire, trsz, c.I, s.29
[16] Begoviç, Ali İzzet, Doğu ve Batı Arasında İslam (trc: Salih Şaban), Nehir yay, İst trsz, s.19
[17] Abdullahb. Ahmed b. Hanbel, Sünnet, No: 115, s.27
[18] Müslim, 6, Salatü-l Müsafir, 18, N: 746, c.I, s.512; Ebu Davud, 2, Salat, 316, N: 1342, c.II, s.88
[19] Hakim, Müstedrek, tefsir, No: 3479, c.II, s.426
[20] el-Bağdadî, Hatib, el-Cami li Ahlak’i-r Ravî ve adab’i-s Samî, Beyrut 1994, I, s.120
[21] İbni Mace, Mukaddime, 16, N: 215, c.I, s.78; Ahmed, Müsned, c.III, s.127
[22] Tirmizi, 13, Fedail’ü-l Kur’an, No: 2905, c.V, s.171
[23] Hakim, Müstedrek,, tefsir, No: 3438, c.II, s.413
[24] Taha 20/123
[25] Bak: Âl-i İmran 3/190-191
[26] Sad 38/29
[27] Hicr 15/9
[28] Bu ifade beddua değildir. Araplarda samimiyet ve yakınlık için kullanılır. Hz. Peygamber de geleneklere uygun olarak bu ifade kalıbını zaman zaman sevdiği insanlara kullanmıştır.
[29] Ahmed, Müsned, c.IV, s.160; İbni Mace, Fiten, 14, No: 4048, c.II, s.1344; Hakim Müstedrek no: 6500, c. III, s. 681; Heysemi I,200
[30] Heysemi I,200
[31] Zerkani, Menahil’ü-l İrfan, c.I, s.19; Sabuni, Muhammed Ali, et-Tıbyan fî Ulum’i-l Kur’an, Dersaadet, İstanbul trsz, s.12
[32] Zeydan, el-Veciz, s.126-128
[33] Araf, 5/54
[34] İbni Kayyim el-Cevzi, Ebu Abdullah b. Muhammed b. Ebi Bekir, İlamu’l-Muvakkin an Rabbil-Alemin, Daru’l-Kütibi’l-İlmiyye, Beyrut, 1991 c.IV, s. 247
Dr. Mehmet SÜRMELİ