GERÇEK BAYRAMLARA ERİŞMEK DİLEK VE DUASIYLA

GERÇEK BAYRAMLARA ERİŞMEK DİLEK VE DUASIYLA

“Allah’tan ancak âlim kulları hakkıyla korkarlar…”[1] ayeti kerimesiyle Yüce Allah, bilgilenme/marifet ile haşyet arasında bir irtibat kurmuştur. Benzeri bir irtibatı da Resulullah (s.) şöyle ifade etmiştir: “Allah’a yemin olsun ki sizin içinizde Allah’ı en iyi bileniniz benim; en takvalı olanınız da benim.”[2] Yukardaki ayet ve hadis bizlere marifetullah ile takva-haşyet arasındaki doğru orantıyı öğretmektedir. Verilmek istenen mesaj; marifeti olmayanın ne takvası ne de haşyeti olur. Bu nedenle yapılması gereken bazı ameller vardır ki yerine getirildikleri zaman iman taklitten kurtulur ve tahkik derecesine ulaşır.

Bunları tanıyalım:
-Kur’an-ı Kerim’den Allah Teâlâ’yı hakkıyla öğrenmek esastır. İnsan, Allah’ı(c.) bilemezse Yahudi, Hristiyan, müşrik, münafık, zalim, fasık ve diğer batıl inanç gruplarından birisinden olur. Bunlardan olmamak için Allah’ı(c.); sıfatları, isimleri, fiilleri, ulûhiyet ve rububiyeti ile tanıtan Mekki surelerden iyi öğrenmeliyiz.

-Hadis kitaplarının ‘kitâb’u-l îmân ve’l İslâm’ bölümlerini dikkatle ve defalarca okuyarak imanımızı ideal imanın sahibi Hz. Peygamber’in imanına benzetmeliyiz. Çünkü Allah’ı(c.) en iyi bilen odur. Diğer konularda olduğu gibi tevhidî konularda da Resulullah (s.) model alınmalıdır.

-İslam âlimlerinin Kur’an ve Sünnet’ten rafine ederek ve görüşlerine vahyi dayanak göstererek yazmış oldukları akait çalışmaları okunmalıdır. Bu okumalara her zaman usul (metodoloji/yöntembilim) bilen klasik dönem Kelam bilginleri öncelenerek ve tercih edilerek başlanılmalıdır. Dinî ilimlerin metodolojisini/usulünü bilmeyen kimselerin yaptıkları çalışmalar köksüzdürler ve ilmî olmaktan uzaktırlar. Meşhur deyimle usul bilmeyenin ilmine itimat edilmez. Klasik kaynaklar taranıp bilindikten sonra okumaya değer; ilmî nitelikli yeni çalışmalar da okunup bilgi güncelleştirilmelidir.

-Her zaman ve her yerde Allah(c.) beni duyuyor ve görüyor bilinciyle hareket etmek imanda yakin hâlinin doğmasına vesile olur. “وَهُوَ مَعَكُمْ أَيْنَ مَا كُنتُمْ ” “Her nerede olursanız olun Allah sizinle beraberdir.”[3]Ayetini Müslümanlar hayatlarında içselleştirmelidirler.

-Farz ibadetleri aksatmadan yerine getirip nafile ibadetlerle de Allah’a(c.) yaklaşmak imanı ziyadeleştirir. Bu ziyadelik imanda bilinç, fedakârlık, istikamet ve kararlılık doğurur. Farzlardan sonra nafilelerle Allah’a yakınlaşma arayanlara Yüce Allah doğruyu gösterir; o kişiyi her zaman hayırlara yöneltir.

-Ulûhiyet ve rububiyette Allah’ın(c.) tek ve eşsiz olduğunu zihinde canlı tutarak ezelî misakı[4] her an yenilemek, zikridaim hâlinde olmak, imanı yakine ulaştırmanın en önemli yollarındandır. Buna ek olarak Hz. Peygamber(s.)’in bizlere öğrettiği me’sur dualar da kalbe indirilerek okunmalıdır. İman bunlarla kuvvet kazanır.

-Âlimlerle, sıddıklarla, salihlerle, mücahitlerle ve muttakilerle beraber olup kâfirlerin ve zalimlerin toplantılarından; onlarla birliktelikten ve teşebbühten uzak durulmalıdır.[5] İtikadi açıdan zayıf kimseler bu meclislerde tesir altında kalarak imanlarını zayi edebilirler. İnançta ve amelde küfür ehline benzemek, davranışlarda onları örnek almak Müslümanı İslâm kimliğinden uzaklaştırır.

-İnsanlar yediklerine, içtiklerine dikkat etmelidirler. Haramla beslenen bir vücut başta iman olmak üzere dini alana ait bütün duyarlılıklarını kaybeder. Müslüman bir şahsiyet, imanını korumak için haram kazanç yollarının tamamından sakındığı gibi şüphelilerden de kesinlikle kaçınmalıdır. Kaynağını bilmediği bir şeyi yiyip içmemelidir. Şüphelilere karşı iffetli olmalıdır.

-Müslüman, imanının selameti için Allah’ın(c.) ahlakıyla ahlaklanmalıdır. Allah’ın(c.) ahlakıyla ahlaklanmak demek; Müslüman’ın, O’nun isimlerinin ve sıfatlarının anlamlarını öğrendikten sonra, hayatına bu isim ve sıfatların manalarıyla yön vermesidir. Bu isim ve sıfatların tecellilerini hayatına yansıtmasıdır. Dünyaya bakışını ve amellerini Allah Teâlâ’nın esma ve sıfatlarına göre düzenleyen ve amel eden bir Müslüman, Allah’ın(c.) ahlakıyla ahlaklanmış olur.

Saymış olduğumuz bu hususlar imanda yakin ve kararlılık doğurur. Kararlılık hâlinin varlığını veya yokluğunu yaşadığımız dünyadaki duruşumuz belirler. Eğer Allah’a(c.) ve kendimize/fıtratımıza yabancılaşmayarak moderniteye ve kurumlarına karşı Müslümanca bir duruş sergileyebiliyorsak, ruhlar âleminde Allah’a verdiğimiz sözü yeni vermiş gibi canlı tutabiliyorsak imanda yakin hâli kazanmışız demektir. Verilen ahdi canlı tutmak sadece bireysel bir davranış değildir. Ahdin içerisine, İslâmî kimliğe yapılan saldırılara karşı Müslüman kardeşlerimizi korumak ve fitne mahiyetindeki bu saldırılar bitene kadar cihat etmek de girmektedir. Cihattan ayrı bir kimlik yoktur. Cihat Müslüman kimliğin en büyük koruyucusudur. Bu ibadetten mahrum olanlar kimlik kaybını önleyemezler. Kâfirler bu koruyucu ibadetin önemini bildikleri için sürekli ona karşı saldırmaktadırlar. Hayattan cihadı çıkarmak için uğraşı vermektedirler ki zihni ve coğrafi işgallerini daha rahat yürütsünler. Şu ayet konumuzun en önemli delilidir: “إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ آمَنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ ثُمَّ لَمْ يَرْتَابُوا وَجَاهَدُوا بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ أُوْلَئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَ” “ Allah’a ve Resulüne iman edip imanlarında şüpheye düşmeyen, (bu imanın bedeli olarak) Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihat edenler ancak gerçek müminlerdir.”[6] İşte bu nedenle, “hayat iman ve cihattan ibarettir.” Hayatı iman ve cihaddan ibaret görenler gerçek bayramları hak edenlerdir.

[1] Fatır35/28
[2] Ahmed,Müsned, c.vı,s.61
[3] Hadid 57/4
[4] Bak: A’raf 7/172
[5]Bak: Nisa4/140;Enam6/68
[6] Hucurat, 49/15
Dr. MEHMET SÜRMELİ