SİYASİ SİYONİZM’İN İFLASI

SİYASİ SİYONİZM’İN İFLASI

Siyasi Siyonizm, 19. yüzyıl aydınlanma hareketi ve pozitivizminin tesiri altında doğmuş, modern karakterli, seküler bir ideolojidir. Doğu Avrupa Yahudileri arasında gelişen Siyasi Siyonizm, Avrupa’nın çeşitli yerlerinde gettolaşan, ötekileştirilen ve zulüm gören Yahudilerin, kendilerine önce bir yurt daha sonra da bir devlet kurma arzuları etrafında şekillenmiştir.

Fransız İhtilali sonrasında ortaya çıkan milliyetçi akımlar, bulundukları ülkelerde azınlık konumunda kalan toplulukları da etkilemiş, bu topluluklar hâkim nüfus ve idare tarafından dışlanmışlar, yaşadıkları yerlerden göç etmek durumunda kalmışlardır. İhtilal sonrasında ortaya çıkan ve merkezi kavramlardan birisi olan “eşitlik” azınlıkta kalan topluluklar için adeta geçersiz sayılmıştır. Yahudiler açısından Doğu Avrupa ve Rusya “eşitlik” ilkesinin uygulanmadığı alanlardan birisi haline gelmiştir. Baskı ve zulüm karşısında harekete geçen Yahudiler bu atmosferde kendilerine yeni bir yurt arayışı içerisine girmişlerdir. Theodor Herzl tarafından örgütlenen Aliyah Hareketi ile birlikte, Avrupa’da yaşayan Yahudiler Filistin’e göç etmek üzere harekete geçmişlerdir. Daha evvel Arjantin, Kıbrıs, Uganda gibi seçenekler üzerinde duran Yahudiler, peyderpey Filistin topraklarına yerleşmişler, 1948 yılına gelindiğinde kendi devletlerini de kurarak siyasi emellerine ulaşmışlardır.

Herzl’den evvel Leon Pinsker, Max Nordau, Haim Weizman gibi Yahudi yazarlar siyasi Siyonizm üzerine çeşitli düşünceler geliştirmişlerse de Siyonizm’in sahaya sürülmesi ve siyasi emellerine ulaşmak için esaslı şekilde örgütlenmesi ve harekete geçmesi Herzl ile birlikte mümkün olmuştur. Herzl, bir anlamda siyasi Siyonizm’i yeniden yapılandırmış, Yahudilere devlet kurma projesini siyasallaştırmıştır. Ancak siyasi Siyonizm kendisine sadece Yahudilere devlet kurmayı hedef olarak seçmiş bir ideoloji değildir.

Siyasi Siyonizm, Gilad Atzmon’un da ifade ettiği gibi, kabile dayanışmasını temel alan, ırkçı, zaman içerisinde küreselleşmiş, yeryüzü ölçeğinde aktif hale gelmiş bir ideolojidir. İsrail Devleti kurulduktan sonra da siyasi Siyonizm kendisine çeşitli hedefler belirlemiş, başta Arz-ı Mev’ud olmak üzere, bütün yeryüzü Yahudilerinin İsrail Devleti çatısı altında toplanması da dâhil çeşitli projeler tasarlamıştır. Ancak Arz-ı Mev’ud ve Yahudilerin tamamının İsrail’de toplanması hedefi gerçekleşmemiştir.

Filistin topraklarında işgalci konumunda bulunan ve hukuki, insani, dini bakımdan meşruiyet problemi yaşayan İsrail, Yahudiler açısından güvenli bir ülke olmaktan çıkmış, terör devleti vasfıyla bölgede adeta bir çıbanbaşı haline gelmiştir. Arz-ı Mev’ud projesi ise Yahudiler için artık bir ütopyaya dönüşmüş vaziyettedir. Osmanlı mirası üzerine kurulan Türk devleti İsrail’in bu planına karşılık bölgede siyasi, askeri ve istihbari bakımdan aksiyon almakta yeni oyunlar kurarak İsrail’in genişlemeci, sömürgeci planlarını püskürtmektedir. İsrail-Lübnan geriliminde Lübnan tarafında yer alan Türk devleti İsrail’in bölgedeki emellerini engellemek bakımından en güçlü aktör olarak pres yapmaya devam etmektedir.

İsrail devlet politikalarının ve siyasi Siyonizm’in daha iyi anlaşılması için siyasi Siyonizm’in bazı karakteristik özelliklerine değinmek yararlı olacaktır. Siyasi Siyonizm üç temel argüman üzerine kurulmuştur. Birincisi ırkçı bir karaktere sahip olmasıdır. İkincisi politik bir hareket olarak tebarüz etmektedir, dini boyutu sadece bazı Yahudi mitlerinden yararlanmakla sınırlı kalmaktadır. Üçüncüsü ise sömürgeci bir anlayışla ilerlemesidir. Doktriner anlamda ırkçı, sömürgeci ve politik karaktere sahip olan siyasi Siyonizm, aynı zamanda pragmatist, seküler ve kabileci bir ideolojidir.

Siyasi Siyonizm’in politik karakteri Theodor Herzl ile şekillenmiştir. Herzl bu ideolojiyi dini sahadan ziyade siyasi alan üzerinde yapılandırmıştır. Siyasi Siyonizm sadece, Yahudilerin Filistin’e göçünü meşrulaştıran ve esasında Ahd-i Atik’in kadim metinlerinde bulunmayan, sonradan Yahudilik külliyatına eklenmiş “ilahi hak” kavramından yararlanmıştır. Herzl dört başı mamur bir agnostik ve Avrupa milliyetçiliğinden (özellikle Alman ekolünden) etkilenmiş, Yahudiliği dini bir akım olarak görmekten çok bir modern ulus olarak değerlendiren zihniyet yapısına sahiptir. Dini Siyonizm Yahudi Mesihçiliğine dayanırken, Herzl’in kurguladığı siyasi Siyonizm seküler karakterli ve tamamıyla siyasal hedefleri bulunan bir ideolojidir. Bu yüzden anti Siyonist Yahudiler siyasi Siyonizm’le çatışma halindedirler. Ayrıca siyasi Siyonizm çatışmacı karakteri dolayısıyla zaman zaman dini Siyonizm’i karşısına almaktadır. Mesela Ortodoks Yahudilerin çoğunluğu Mesih gelmeden Yahudi devletinin kurulamayacağını savunurlar.

Siyasi Siyonizm’in ırkçı karakterine gelince şu hususlara vurgu yapmak yerinde olacaktır. Avrupa’da ortaya çıkan “üstün ve ayrıcalıklı ırk” kavramı siyasi Siyonizm’in temel kriterlerinden birisi haline gelmiştir. Soykırımcı ve sömürgeci karakterdeki siyasi Siyonizm, felsefi ve biyolojik temelleri Gobineu tarafından atılan üstün ırk fikrini aynen sahiplenmiştir. Herzl’e göre Yahudi ırkı, kendisine daha evvel ilahi bir lütuf olarak bahşedilen Filistin topraklarına gerekirse işgal ve zulüm yoluyla yerleşecek-ki bu safhada Haganah ve İrgun gibi çeteler canice Filistinlileri katletmiş, yerlerinden yurtlarından etmiştir-nihayet devletini de kuracaktır. Nitekim öyle de olmuş, Filistinlileri adeta yok sayan bir anlayışla Yahudiler devletlerine kavuşmuşlardır. Tam da bu noktada İsrail’in ilk devlet yöneticilerinden olan Golda Meir 15 Haziran 1969 tarihli Sunday Times’a verdiği röportajda, “Filistinliler yok, Filistin’de kendisini Filistin halkı olarak gören bir halk varmış da biz onları kapı dışarı edip ülkelerine el koymuşuz gibi bir durum söz konusu değil. Onlar zaten yoklar.” diyebilecek kadar ileri gitmiştir.

Siyasi Siyonizm’in üçüncü karakteri ise sömürgeci bir ruha ve anlayışa sahip olmasıdır. Theodor Herzl, siyasi Siyonizm’in temellerini atarken, sadece fikri plana has çalışmalar yapmamış, sahada uygulanacak stratejileri de geliştirerek nihai hedef olan Yahudilere devlet kurma ülküsüne hizmet edecek adımlar da atmıştır. Bunlardan birisi Yahudi sömürge şirketinin kurulmasıdır. Herzl bu dönemde ünlü sömürgeci Cecil Rhodes ile irtibat kurmuş, 1902 yılında Rhodes’le mektuplaşarak bu planını devreye sokmuştur. Rhodes’ten sömürgeleştirme yöntemlerini alan Herzl sömürge şirketini bu mektuplarda aldığı cevaplar sonrasında kurmuştur. Ayrıca Herzl, sömürge programını açıkça yazılı metin haline getirmekten de kaçınmamıştır. Sömürgeciliğin en temel özelliklerinden birisi olan baskı ve şiddet kullanma yöntemi ise gerek İsrail terör devleti gerekse öncesindeki Yahudi çeteleri tarafından tepe tepe kullanılmıştır. İsrail’in ilk milli eğitim bakanı Benzion Dinur, 1954 yılında Dünya Siyonist Örgütü’nün yayınladığı Haganah Tarihi isimli eserde şunları söylemektedir: “Bizim ülkemizde sadece Yahudilere yer var. Biz Araplara “çekip gitsin!” diyeceğiz. Söz dinlemeyip direnirlerse biz onları zorla itip atacağız.” Ancak İngilizlerin yaptığı 1922 yılı nüfus sayımına göre, bölgede yaşayan 757 bin insanın 590 bini Müslüman Araplardan oluşmaktadır. Bugün gelinen noktada Filistin topraklarının İsrail lehine ne denli genişletildiği ve sistematik soykırımın, bütün insani değerler ayaklar altına alınarak, zalimce devam ettiği (7 Ekimden bu yana da dâhil olmak üzere) ayan beyan ortadadır.

İsrail terör devleti, uzunca bir zaman ırkçı, saldırgan, soykırımcı ve sömürgeci politikalarına itiraz eden herkesi cezalandırma, yok sayma yolunu seçmiş, küresel networkünde faaliyet gösteren medya ağları yoluyla dünyada yükselen İsrail karşıtı, antisiyonist hareketleri antisemitizm kavramını bir silah olarak kullanarak baskılamaya çalışmıştır. Ancak bugün gelinen noktada, bilhassa Gazze’deki soykırım sürecinde, başta batılı toplumlar olmak üzere, İsrail’in bu saldırgan ve vahşi tutumunu onaylamamakta, antisemitizm aldatmacası karşısında net tavır alarak Filistin’de yapılan zulme başkaldırmaktadır. İsrail bu süreçte kendi yalanlarıyla ve manipülasyonlarıyla baş başa kalmış, yalnızlaşmıştır. Oysa Herzl siyasi Siyonizm’i kurgularken, bir devlet kurmanın yetmeyeceğini bunun uluslararası hukuk ve uluslararası toplum nezdinde meşru gösterilmesi gerektiğini savunmuştur. Oysa bugün İngiltere, ABD ve Fransa gibi emperyalist devletler dışında İsrail’in meşruiyeti ciddi şekilde sorgulanmakta, İsrail terör devleti aleyhine soykırım suçlamasıyla davalar açılmaktadır.

Diğer yandan, Hamas ve Hizbullah’ın askeri faaliyetleri neticesinde artık İsrail güvenli bir alan olmaktan çıkmıştır. Yahudi toplumu bu ülke sınırları içinde güven ve huzur içinde yaşayamamaktadır. İsrail, askeri kayıplarını dünya kamuoyundan gizlemekte, Hamas’lı mücahitlerce öldürülen askerlerin sayılarını net olarak açıklamamaktadır. Birebir saha çatışmasını göze alamayan İsrail askeri güçleri ancak havadan masum insanları bombalayarak hedeflerine ulaştığını varsaymaktadır. Öte yandan İsrail’in savaşma direnci kırılmış, İsrail ordusu asker bulamama sıkıntısı ile baş başa kalmıştır. Netanyahu’nun saldırgan politikalarına hem askeri hem de sivil kanattan ciddi eleştiriler yükselmektedir.

Yine siyasi Siyonizm’in bir diğer hedefi olan dünyada yaşayan Yahudilerin İsrail’de toplanması projesi de çökmüş, güvenlik problemi ve İsrail’in bölgesinde bulunan ülkelerle yaşadığı husumet ve çatışma yüzünden Yahudiler bu bölgeye gelmek, burada yaşamak istememektedirler. Ekonomik olarak da İsrail, askeri saldırganlığını ancak ABD yardımlarıyla sürdürebilmekte, finansal olarak kendisiyle ticareti kesen ülkeler yüzünden büyük bir darboğazla yüz yüzedir. Dünyada hızlanan boykot hareketleri, İsrail sermayeli şirketlerin küçülmeleriyle sonuçlanmakta, özellikle belli ülkelerde pazar payları hızla düşmektedir. İsrail bu konuda da medya araçları eliyle ciddi bir karatma faaliyeti yürütmekte, kendisine karşı büyüyen öfkeyi göğüsleyememektedir.

Uluslararası toplum nezdinde İsrail aleyhine gelişen nefret artık Siyonizm’in dünya toplumları üzerinde kurduğu oyunların deşifre edilmesinde büyük rol oynamaktadır. İsrail artık insanlığın “karanlık noktası” olarak algılanmakta, attığı her adım ciddi şekilde takip edilmektedir. İsrail’e ve destekçilerine olan güven ise günden güne azalmaktadır. Hali hazırda meşruiyet problemi yaşayan İsrail terör devleti 7 Ekim’de Gazze’de başlattığı soykırım sürecinde kendi elleriyle kendi ipini çekmiştir. Böylesine zalim ve saldırgan bir savaş aygıtının artık ayakta durması mümkün değildir. Yakın gelecekte ortaya çıkacak gelişmelerin bu meyanda takip edilmesi önem arz etmektedir.

*Bu yazı daha evvel Yeni Şafak Düşünce Günlüğü sayfasında, 9/7/2024 tarihinde yayınlanmıştır.