DİN Nedir?

“Allah katında, (Allah’tan gelen) tek ilâhî din, (şeriat, düzen, uyulması zorunlu kanun ve kurallar) İslâm’dır. Kendilerine verilen kutsal kitapların hükmünce sorumlu tutulanlar, kavimlerine gelen doğru bilgilerden sonra, (liderliği ve hâkimiyeti hep kendi uhdelerinde tutma hırsları, hasetleri, haksızlıkları, şer’î kurallara karşı çıkmaları ve) bozgunculukları sebebiyle ayrı baş çekerek ihtilâf çıkardılar. Allah’ın ayetlerini, (Kur’an’ını, birliğini gösteren delilleri) inkâr edenler, (küfre giren ehl-i kitap bilmelidir) ki Allah çok çabuk hesaba çeker.”[1] Tek hak din İslâm’dır ve onun dışındaki bütün dinler batıldır.[2] İslâm dini dışındaki dinleri hak din; semavi ve ilahi vasıflarla anmak haramdır. İtikadi suçtur. Kur’an ve sünnnetin adlandırmasına aykırıdır. Böyle bir sınıflamayı yapanlara sormak lazım; bu dinlerin ilahi ve semavi olma vasıfları devam ederken niçin İslâm gelmiştir? İlk dönem kaynaklarımızın hiç birisi muharref dinler olan Yahudilik ve Hristiyanlık için olumlu tek ifade kullanmamışlardır.[3]

Kur’an-ı Kerim’de yukarıdaki şekillerde kullanılan din kelimesinin kavramsal anlamı ise şöyledir: Akıl sahiplerini kendi özgür iradeleri ile peygamberlerin getirmiş olduğu emir ve yasakları kabule çağıran ilahi kanunlardır.[4] Daha açık bir tanımlama ile Cenab-ı Allah’ın kullarını hayır ve faziletlere sevk etmek amacıyla peygamberleri vasıtasıyla tebliğ ettiği itikadi, ameli ve ahlaki kanunların tamamıdır.[5] Şeriat ve millet kavramları da zaman zaman din yerine kullanılmıştır.[6] Din kavramının Kur’an-ı Kerim’deki kullanılış biçimlerine bakılınca görülür ki din; hem inanca hem de hayatın bütün alalarındaki hukuki, siyasi, iktisadi, ahlaki amellere taalluk eder. İslâm dininin kapsam alanına girmeyen hiçbir şey yoktur. En basit eylemlerden en komplike olanlarına kadar her şey dinin ilgi alanındadır. Bu anlamda Müslümanlığı kabul eden birisi, hayatına dinle anlam vermek zorundadır. Çünkü İslâm aynı zamanda bir dünya görüşüdür. İslâm’ı seçen birisi hayatına sadece İslam ile anlam verdiği için yapay dinler olan ideolojilerden uzak durmak zorundadır.

Günümüzde İslâm toplumunun bazı gençleri, hayatın anlamlandırılmasında ideolojilere sarılıyorlarsa bunun gerekçelerinden birisi de, din kavramını batılı bir tanımlamayla “religion” olarak bilmekten ve bu tanımın siyasal-kültürel açıdan dayatılmasından kaynaklanmaktadır. Batılı anlayışta “religion (din)”, bir vicdan meselesidir. Dileyen inanır veya inanmaz. Batılı anlamda bir din anlayışının hayatın genişlik ve uzunluk alanı ile ilgili hiçbir önerisi yoktur. Vicdanlara hapsedilen bir mahkûmdur. Hayata dair bir önerisi olmadığı için modernitenin ve ideolojilerinde alternatifi değildir; zulümle hesaplaşamaz. Bilakis batılı din anlayışının kendisi zulümdür. İnsanlığa yapmış olduğu siyasi, hukuki, iktisadi teklifleri olmadığından dolayı emperyal sistemler böyle bir din anlayışını her zaman tolere etmiştir. Bu anlamdaki din, zulmün yolunu açabilir. Esefle belirtelim ki modern devlet ve toplum anlayışına geçen Müslümanlar da batılıların dünyasındaki “religion/din” tanımını aynen alınca hayata bir Hristiyan gibi bakmaya başladılar; bunun sonunda da Kur’an’ın rehberliğini ve Hz. Muhammed (s.a.v.)’in önderliğini bir tarafa bıraktılar. Tevhidin renginden çıkıp seküler bir renge boyandılar. Bu yanlış din anlayışından vazgeçme çerçevesinde, İslâm Dininin temel niteliklerini iyi kavramak ve bu kavrayışı salih amellerle besleyerek dini, hayatın tüm alanlarına katmak gerekir. Özellikle hayatın genişlik alanı İslâm’ın emirleri çerçevesinde düzenlenmelidir.

Kur’an-ı Kerim ve sünnet din konusunda bir sınıflama yapmıştır. Naslarda kullanılan “tahrif, tebdil, guluvv (aşırılık), ketm (hükümleri saklamak), irtidat, nifak, dini değerlerle alay, zulüm, ayetlerin bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr, ayetleri satmak” gibi ifadeler, yapılacak din tasnifiyle ilgili anahtar kavram ve kelimelerdir. Özellikle ülkemizde; Kur’an ve sünnetin bütünlüğü, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in son peygamber olması, İslâm’ın nâsihliği göz önünde bulundurulmadan kompleksli ya da misyoner etkili tasnifler yapılmış ve yapılmaya da devam edilmektedir. Hatta bu şekildeki bir sınıflama bugün revaçtadır ve ülkenin 1930’lardan beri resmi programıdır. Bu programlarda, Kur’an ve sünnete göre batıl olan dinler hak din; “vahye dayalı din veya semavi din” şeklinde gösterilmiş ve dinin genişlik alanı hayattan uzaklaştırılarak bazı ibadetlere ölü bir biçimde yer verilmiştir. Hatta dinin ibadet boyutunun anlatılması, “Sünniliğin propagandası” şeklinde nitelendirilip belirli bir kesim tarafından, programlar uluslararası mahkemelere taşınmıştır. İslâm dininin itikadi, hukuki, iktisadi, siyasi yönlerini iyi bir dille anlatmak suç sayılmıştır. Günümüzde Yahudilik ve Hristiyanlık için “İbrahimi dinler” ifadesi de yeni kullanılmaya başlamıştır ki bu yaklaşımlar şu ayetle açıktan çelişmektedir:

“مَا كَانَ إِبْرَاهِيمُ يَهُودِيًّا وَلاَ نَصْرَانِيًّا وَلَكِن كَانَ حَنِيفًا مُّسْلِمًا وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ“

“İbrahim ne Yahudi, ne Hristiyan idi. Fakat hakka ve tevhide yönelen İslâm’ı yaşayan bir Müslümandı. Hiçbir zaman (ilâhlığında, otoritesinde, mülkünde, tasarruflarında) Allah’a ortak koşan, (açık veya gizli şirki yaşayan, başka otoriteler de kabul eden) müşriklerden olmadı.”[7] Burada şu soruyu sormak gerekir: İnsan eliyle tahrif edilip Hz. Üzeyir’in, Hz. İsa’nın ve Cebrail’in tanrılıklarını savunan bir dine nasıl “İbrahimi din” denilebilir? Veya en yetkili şahıslar tarafından fütursuzca “semavi dinler” diye ifade edilebilir. Misyoner dayatması olan bu ifadeleri ülkemizdeki dini kurumların da en üst seviyede kullanmalarını anlamak mümkün değildir. Bu batıl sınıflandırmalar aynı zamanda “Allah katında tek geçerli din İslâm’dır” ayetine aykırıdır. Böyle bir kullanım biçimi İslâm’ın son din olmasına da mugayirdir.

Dinler hakkında Kur’an ve sünnetin onay vermediği tasnifler yapan kötü niyetli ve misyoner güdümlü şahıslar, bu çalışmalarında İslâm’ı batıl dinler seviyesine indirgeyerek Türk çocuklarına Hıristiyanlığın propagandası kapılarını açmışlardır. Esefle belirtelim ki dinin zerre kadar onay vermediği batıl tasnifler okullardaki Din Kültürü ve Dinler Tarihi Derslerinde öğrencilere öğretilmektedir.[8] Böyle bir tasnife iman etmenin sonuçları itikadi bakımdan ne velileri, ne diyaneti, ne öğrencileri ne de sözde ulemayı rahatsız etmektedir. Hâlâ da şuursuzca kullanılmaktadır. Bizim kanaatimize göre batıla hak demenin veya hakkı batıl seviyesine indirgemenin itikadi tehlikeleri elbette vardır. Bu konu üzerinde ciddiyetle durulması ve çözüm üretilmesi gerekir. Aksi hâlde çocuklarımız kitlesel şekilde irtidat edeceklerdir. Böyle bir seçim, diniyle kaim bir milletin bekasına karşı da işlenen milli güvenlik suçudur.

[1] Âl-i İmran3/19
[2]Mukatil, Tefsir, c.I,s.111 ve c.III, 254.
[3] Daha geniş malumat almak isteyenler Dinler Arası Diyaloğa Reddiye adlı çalışmamıza bakabilirler. (M. S.)
[4]Cürcanî,Tarifât, s. 105.
[5]Aksekili, Ahmet Hamdi,Müslüman’aBüyük İlmihal, İstanbul, 1971, s. 11.
[6]Cürcanî,a.g.e, s. 105; Aksekili,a.g.e. s. 14.
[7] Al-i İmran3/67
[8] Milli Eğitim Bakanlığı TTK. Başkanlığı 2018 müfredat programında Yahudilik ve Hristiyanlık için semavi ve ilahi ifadeleri kullanılmayarak çok önemli bir ilmi ve İslâmî tavır sergilenmiştir. Bu duruş ve icraata sahip çıkmak çok önemlidir. Siyaset buna ne kadar sahip çıkacak ileriki zamanlarda bunu göreceğiz. (M. S.)

Dr. Mehmet SÜRMELİ