İSRAİL SOYKIRIMIN FATURASINI BİZLERE ÖDETİYOR
İSRAİL SOYKIRIMIN FATURASINI BİZLERE ÖDETİYOR
Siyonizm, zehirli bir dalga olarak sadece İsrail’i ve bölgesindeki ülkeleri değil, küresel çapta bütün dünyayı etkileyen bir ideoloji. Siyonizm’i bir ahtapot metaforu ile tarif edecek olursak, bu zehirli ideolojinin çeşitli ayakları var. Kültür, eğlence, ekonomi, finans, tıp, siyaset, akademi gibi alanlarda Siyonizm’in kurduğu ve işlettiği aygıtlar var. Bu aygıtlar eliyle dünya toplumlarına nüfuz ediliyor ve çark döndürülüyor.
Kültür ve eğlence alanında Siyonizm kendisini sinema, müzik, yayıncılık gibi alanlarla besliyor. Birer endüstri haline gelen ve ticarileşen bu alanlarda Siyonizm; ünlüler, yazarlar, şarkıcılar, oyuncular ve ikonik karakterler üreterek özellikle gençlerin ve çocukların önüne yeni rol modeller çıkarıyor. Bu rol modeller bir süre sonra davranışsal etkileşim üreterek kendisine benzemeye çalışan yüzbinleri arkasından sürüklüyor. Rol modeller gibi tüketen, onlar gibi eğlenen, onlar gibi giyinen ve düşünen nesiller ortaya çıkıyor. Bu rol modeller insan kalabalıklarına sadece profesyonel üretimlerini sunmuyorlar. Aynı zamanda düşünce ve kanaat geliştirme rollerini de oynayarak zihin inşa süreçlerinde birer mühendis olarak ortaya çıkıyorlar. Sinema yıldızları, dizi oyuncuları, popstarlar ve diğer unsurlar üzerinden belli bir düşünce ve hayat biçimi aşılanıyor.
Siyonizm’in bir diğer ayağında ise ekonomi-finans var. Bu zehirli ideolojinin kültür-eğlence ayağı ile ekonomi ayağı arasında ciddi ilişkiler var. Kültür endüstrisi tarafında üretilen ürünler devasa reklam kampanyaları ile küresel pazarlarda müşterilerine ulaşıyor. Bazen sevimli yerel karakterler üretilerek bu sempatik karakterler üzerinden bir ürünün pazarlaması yapılıyor. Böylece toplumun kabullenme ve ürünü benimseme düzeyi yukarılara çıkarılmış oluyor. Mesela bir çizgi film karakteri, toplumda sevilen sayılan bir oyuncu ya da şarkıcı, bir ürünün pazarlanmasında etkili birer misyonere dönüşüyor. Bu misyonerler bir süre sonra reklam şirketleriyle yaptıkları sözleşmeler gereği belli hassas alanlarda ketum davranmak zorunda bırakılıyor. Daha da açığı kendi özgün fikrini beyan edemeyecek hale getiriliyorlar ve belli merkezlerden kendilerine verilen suflajlarla hareket etmek zorunda kalıyorlar. Çünkü reklamında oynadıkları şirketler tarafından satın alınan bu ikonik karakterlerin sıra dışı açıklamalar yapmalarının önü alınmış oluyor. Mesela Siyonist sermaye ile üretilen bir ürünün reklamında oynayan herhangi bir şarkıcı ya da oyuncu Gazze’deki soykırım hakkında tek bir söz söyleyemeyecek hale getiriliyor.
İşin ticaret ve üretim ayağında ise özellikle temel ihtiyaç maddeleri üreten ve pazarlayan Siyonist şirketler var. Gıdadan kozmetiğe, dayanıklı mamullerden deterjana, dondurmadan çikolataya kadar sayısız ürün üreten ve albenili reklam kampanyaları ile bunları marketlere salan şirketler bir süre sonra mali güçlerini de kullanarak perakende ağlarını tekelleri altına alıyorlar. Muhafazakâr sermayeli market zincirlerinde bile neredeyse alternatif ürün bulmak çok zor. Deterjan, kozmetik, gıda gibi alanlarda faaliyet gösteren devasa sermayeli şirketler diğer şirketleri rekabet edemeyecek hale getiriyorlar. Çünkü üretilen markaların pek çoğu aynı zamanda küresel markalar ve dünyanın pek çok yerinde pazarlaması yapılan ürünler üretiyorlar. Medya tekelleri üzerinden yaygın reklam kampanyaları düzenleyerek ürünlerini yerel pazarlarda kabul gören birer misyonere dönüştürüyorlar. Bazen yerel markaları kendi bünyelerine katarak ürünün yerelleşmesini sağlıyorlar. Yerel kültürle diyalog kurarak küresel çapta üretimi yapılan markalı ürünlerini yerel pazarda yaygın hale getiriyorlar. Bir örnek vermek gerekirse Ramazan sofralarına kolanın girişi bu şekilde oluyor. Kola reklamlarında silueti arka plana konulan minare figürü tüketici üzerinde sempatik bir etki üretiyor. Ya da bir deterjan markasının pazarda iyice kabul görmesi için, ürüne ilişkin reklam filmine toplumun her akşam TV’lerde beğeni ile izlediği bir oyuncu yerleştirilerek ürün sempatik hale getiriliyor. Her bir birey markete alışverişe gittiğinde bu ürünleri daha önce kendisine empoze edilen “yerli marka” algısıyla market sepetine dolduruyor. Özellikle zincir marketler ağzına kadar bu ürünlerle dolu. Raf kirası, promosyon, iskonto gibi cazip koşullarla market raflarına giren ürünler hem satıcı hem de alıcı açısından cazip hale getiriliyor. Herkes gönül rahatlığı ile bu ürünleri alıp evine götürüyor ve tüketiyor.
Peki bu ürünlerden elde edilen hasılat nereye gidiyor? Tabii ki Siyonizm’in kasasına gidiyor. Gazze soykırımı esnasında pek çok küresel Siyonist-Yahudi sermayeli şirketin İsrail’e açıktan destek verdiğini yakinen takip ettik. Bu firmalar İsrail’e olan desteklerini açıktan ortaya koydular, saklamadılar. Ne zaman ki insanlar bu firmaları boykot etmeye başladılar, bazıları topluma şirin gözükmek adına “Filistin’e şu kadar milyon dolar yardım” açıklaması dahi yapmak zorunda kaldı. Boykot etkili oldu mu? Oldu. Pek çok şirket milyar dolarlarla ifade edilen zararlarla karşı karşıya kaldılar. Öyleyse boykotun sürekli hale gelmesi, bu olaylar durulduktan sonra da devam etmesi gerekiyor. Aksi halde yeni soykırımların faturasını bize ödetecekler.
Bu zamana kadar ödetmediler mi? Marketten aldığımız her bir ürün, izlediğimiz her bir sinema filminin bileti, kredi kartı ile yaptığımız her bir ödeme Gazze’deki masumlara bomba ve kurşun olarak gitmedi mi? Uyanık Siyonistler bu bombaların, kurşunların bedelini market farlarında bizlere ödetmediler mi? Mesela pek çoğumuz şu duruma uyanmamışızdır: Çok bilinen ve TV’lerde sık sık reklamları dönen bir deterjan markasının daha evvel İsrail’de devlet başkanlığı yapmış ve lakabı kasap olan bir Siyonist cani ile, yani Ariel Şaron ile aynı ismi taşıması bir tesadüf mü? Adamlar gözümüzün içine baka baka bu ürünleri satın almamızı sağlamadılar mı? Oysa ki her bir deterjan paketinin içine bugünlerde Gazze’deki çocuklara sıkılan kurşunların bütçesi konmuştu! Afiyetle yediğimiz dondurmaların içine bugünlerde Gazze’de bebekleri öldüren canilerin askeri bütçeleri işlenmişti! Ya da soğuk soğuk kafaya diktiğimiz malum marka kolaların içine bugün Gazze’de öldürülen masumların üzerlerine yağdırılan mermilerin bütçesi sıkıştırılmıştı!
Siyonizm etikleri sadece belli bir bölgede, örneğin Orta Doğu’da, Filistin’de hissedilen bir ideoloji değil. Siyonizm küresel düzenin ve küresel kapitalizmin bizatihi kendisidir. Küresel düzeni yöneten sermaye çevreleri ile İsrail’de devleti yöneten çete aynı çetedir, aynı organizasyonun elemanlarıdır. Türkiye’de market raflarını dizayn eden çete ile ABD’de Wall Street’i idare eden çete aynı çetedir. Devasa medya kuruluşlarını elinde tutan kartellerle Müslüman ülkelerde kamuoyunu dizayn etmeye çalışan, yerli iş birlikçileri eliyle gerektiğinde post modern darbeye kalkışan çeteler iş birliği halindedirler. Küresel elitlerle yerli aparatları arasında aynı davaya hizmet etmek dışında bir fark yoktur. İsimlerinin Türk, Müslüman ismi olması bu gerçeği değiştirmiyor. Sporcu, gazeteci, işadamı, senarist, bilim adamı kimliği ile ortalıkta dolanan İsrail yanlısı elitlerle bu yandaşları besleyen patronları arasında amaç, hissiyat ve ruh bakımından bir fark yoktur. Köleleştirilmiş, parayla satın alınmış, itibar kazandırılmış yalı zencileri ise küresel baronların kapısında havlayan birer bulldogdan farksızdırlar.
Bütün bu olan biten karşısında sadece Müslüman halkların uyanması ve Siyonizm’e karşı cephe alması yeterli değil. Bütün insanlık âleminin bu zehirli ahtapot karşısında uyanışa geçirilmesi gerekiyor. Ahtapotun hangi kollarıyla bizi kavramaya, sıkmaya ve canımızı çıkarmaya çalıştığını iyi idrak etmek zorundayız. Tüketim alışkanlıklarımızı yeniden gözden geçirmedikçe, parayla olan ilişkimizi yeniden tanımlamadıkça, iktisat meselesini bir itikat meselesi olarak algılamadıkça Siyonizm’le mücadele etmemiz mümkün değil. Banka, faiz, kredi kartı gibi finansal konularda uyanık olmak zorundayız. Küresel kültür ve eğlence sektörünün içimize akıttığı zehrin farkına varmak durumundayız. Batı icadı batıl ideolojilerin zihinlerimize enjekte ettiği yabancı zehirlerden arınmak, yeni tip bir düşünce ve bilgi sistemi üretmek, inşa etmek zorundayız. Her şeyden önemlisi insanlığın son kurtuluş reçetesi olan İslam’la ve mülkün gerçek sahibi olan Allah Azze ve Celle ile olan ilişkimizi sahih bir düzleme çekmek zorundayız. Vahyin aydınlığına koşmaktan imtina ettikçe batılın karanlığında ayağı prangalı bir köle olmak kader haline geliveriyor. Sezai Karakoç üstadın deyimiyle diriliş meşalesini yakmadan varoluş kavgası veremeyeceğiz.
*Bu yazı daha evvel Yeni Şafak Gazetesi Düşünce Sayfasında 25.01.2024 tarihinde yayınlanmıştır.