Mesleki Eğitim ve Sanayileşme Perspektifinden Beka Sorunu

Mesleki Eğitim ve Sanayileşme Perspektifinden Beka Sorunu

Osmanlıdan günümüze özellikle son 300 yılın, eğitim sistemi başlığı çevresinde iş gücü, sanayileşme/üretim konuluların milli güvenlik hatta beka sorununa dönüşmesi bu çalışmada ele alınmıştır.

Sayın Doç. Dr. İlhân Dülger’in 2022 Aralık tarihinde, YouTube platformu üzerinde Mektep TV adlı kanaldaki yayınları izlenmiş ve önemli hususlar bu çalışmaya konu edinilmiştir.
Avrupa’yı baş tacı eden, batılılaşma hareketini zirveye taşıyan II.Mahmud, bu dönemde kılık-kıyafetten, askeriyeye kadar devletleri devlet yapan temellerin hepsini sarsmış ve adına reform denilen batılılaşmayı halkın önüne koymuştur. Halkın ‘gâvur’ dediği batılıların kültürü bu dönemde Osmanlı sınırlarından içeri padişah fermanı ile elini kolunu sallayarak girmiştir. Konumuz olan eğitim ve sanayi de nasibini almıştır.

18.yy’da emperyalist devletlerin genel amacı Osmanlı Devletini pazar olarak tutma ve ucuz iş gücü olarak kullanmaktı. Bu politikasını gerçekleştirmek için sanayi/imalâtı hedefe koyacaktı. Bu kapsamda nitelikli eleman yetişmesini önlemek için mesleki eğitimi engellemeye çalışmışlardır.

Emperyalistler emelleri doğrultusunda adım adım ilerleyerek derin planlarını işlemişleridir. Örneğin Osmanlı için Kavalalı Mehmet Ali Paşa tehdidini muazzam şekilde fırsata çevirmişlerdir. Osmanlı devletini, M.Ali Paşa’nın tehditlerinden korumak için İngilizler, Baltaliman Antlaşması teklif etmişlerdir. Bu antlaşma ile ciddi kapitülasyon elde eden İngilizler, Osmanlının yıkılışını hızlandırmıştır. Bu antlaşmanın öyle maddeleri vardır ki ahilik teşkilatlarına en büyük zararı vermiştir. Ahilik diğer ifadeyle Lonca teşkilatları demek mesleki eğitimin yapıldığı çırak-kalfa ve ustalık serüveni demekti. Bu teşkilatların çarkından geçen gençler yolculuğun sonunda meslek sahibi olur ‘icazet’ belgesi yani ustalık belgesini alarak iş yeri açma ruhsatı verilirdi.

Ahilik sistemi, Anadolu Selçuklularından Osmanlılara miras kalan ve ticaretin bel kemiği olan bir organizasyondur. Ahilik sisteminde bulunan ve orta sandık adı verilen uygulama ile fona ihtiyaç duyan esnafa bu sandıkta biriken paradan verilir ve geri ödemesinde ise kar/zarar ortaklığı şeklinde yapılırdı. Ayrıca Türk ve İslam kültürünün ahenkli bir karışımıyla oluşan medeniyette yardımlaşma ve dayanışma teşvik edilmiş hatta takdir edilmiştir. Orta sandığı ve yardımlaşma bankacılık sistemine ihtiyacın doğmasını engellemiş hatta 19. yüzyıla kadar geciktirmiştir ancak atılan adımlar neticesinde ahilik yapısı çöktüğü gibi ilk FAİZ bankacılığı da Osmanlı sınırları içerisinde kurulmuştur.

1865 yılına kadar yapılan batılılaşma çalışmaları neticesinde, padişah fermanları ile imalat ve satış sektörü lağvedilmiştir. Bu gelişmeler neticesinde mesleki eğitimin önü tamamen tıkanmış olacaktı. Mevcut imalatçı ve esnafın dışında gelecek nesil meslek öğrenemeyecek ve ucuz, niteliksiz, üretime katkı sunamayanlar olarak tarihteki yerini alacaklardır.

Bu olumsuz durum Müslüman Osmanlı tebaasını kapsıyordu. Oysaki Yabancı/azınlıklar elde ettiği ticari ayrıcalıklarla gittikçe zenginleşmiştir. Müslüman esnaf ve zanaatçılar, çiftçiler (üreticiler, imalatçılar) ise fakirleşmiştir. Müslümanların ticari faaliyetlerinin önü kesilmiştir. Hatta 4. bazen 5.sınıf vatandaş muamelesi görmüşlerdir. Şöyle ki Müslüman bir tüccar işyeri açma veya ticaret yapması için bir Rum veya Ermeni’yi referans göstermesi istenilmekteydi. Fakirleşen Müslümanlar tarlasını mülkünü satmaya zorlanmış artık mesele ticari baskıların da ötesine geçmiştir. Biz buna mülksüzleştirme operasyonu da diyebiliriz.

Bu gelişmelerin de etkisiyle; üretemeyen günden güne dışa bağlı hale gelen ve fakirleşip pazar haline dönen Osmanlı coğrafyası zayıflamış ve daha sonra ise yutulması kolay lokma haline geliştir.

Osmanlı Devletinin sonunu hazırlayan bu operasyonları Cumhuriyet’ten sonra da görmekteyiz.

Cumhuriyet Dönemi

Ahiliğin en önemli ve vazgeçilmez prensibi “Eğer bir genç ilim – bilim yapacaksa bile o öğrenci kimseye yük olmamalı mesleği olmalıdır.” der. Bu ilke, ahiliğin yok oluşu ile beraber yok olmuştur. Ta ki Cumhuriyet döneminde ortaya çıkmıştır. İlk yapılan maarif kongresinde bütün kademedeki okulların gelir getirici faaliyetlerde bulunulması hedeflenmiştir. Böylelikle öğrencilerin topluma yük olmaması ve üretime katkı sunması planlanmıştır. Bu hedefler kısmen uygulamaya konulmuştur.

Günümüze kadar olan eğitim; özellikle mesleki ve teknik eğitimi meselesini ve çekilen operasyonları inceleyelim.

Yapılan ilk eğitim kongresi 1921’de gerçekleşmiştir. Eğitim- öğretimin ne kadar önemli olduğunu yapılan bu tarihten de anlayabiliriz. Düşünün Sakarya Meydan Muharebesi öncesinde toplanılmıştır. Mustafa Kemal’in bu kongreye askeri üniformasıyla katıldığı bilinmektedir. Kongredeki en önemli gündem maddelerinden biri ise meslek öğretimi ve üretime katkıydı. Üreten, nitelikli bir nesil yetiştirilmesi önceliklerden biriydi. Çünkü Osmanlı Devletinin son dönemdeki en büyük sıkıntısı sanayide/üretimde yara almış olmasıydı.

1928 Harf inkılabı ile okuma artırma hedeflenmiş olsa da bu inkılaptan kaynaklanan önemli bir sorun meydana gelmiştir. Eski yazıyla oluşturulan kıymetli eserlerin Latin harflerine çevrilmesi uzun zaman almıştır. Bu gecikme neticesinde birçok kültürel esere sıra bile gelmemiş, çevirisi yapılmamıştır. Eğitimde kültürel deformasyona neden olan bir durum oluşmuştur.

Bu kültürel boşluğun doldurulması gecikmemiş ve Türk mitolojileri yerine okullarda Yunan-Roma eserleri okutulmaya başlanmıştır. 1938-1950 yılları arası bunu “Hümanistleştirme” adı altında görmekteyiz.

Hümanistleştirme Avrupa Ülkelerinin «Yunan» ve «Roma» uygarlıklarının üzerinde kurdukları modern uygarlığın benzerinin Türkiye’de kurulmasını amaçlayan dönemdir. Bu döneme «Hümanistleştirme» denilmesinin nedeni, o dönemin en uzun süreli Millî Eğitim Bakanlığı görevinde bulunan, mason listelerinde ismi bulunan Hasan Ali Yücel uyguladığı eğitim politikasından dolayıdır.

Bu dönemde ülkemiz maalesef kültür emperyalizmine maruz kalmıştır. Şöyle ki okullardan mezun olma şartları arasına Roma eserleri okuma şartı konulmuştur. 25 adet yunan mitolojisinden eser okumayan öğrenciye mezuniyeti verilmiyordu. Görüldüğü gibi BATILAŞMA sevdası bitmemiş, kaldığı yerden devam etmekteydi. Sadece kitaplarla değil Türk musikisi baltalanmıştır. Saz gitmiş yerine mandolin gelmiştir. Bu örnekleri çoğalmak mümkün. Ayrıca not düşmek isterim ki kültürel aydınlanma (!) okullarımızda zirve yaparken mesleki eğitimin olmazsa olmazı uygulamalı eğitim de kaldırılmıştır.

Adına Hümanistleştirme denilen bu dönem 1949 yılında Türkiye ve ABD arasında imza edilen eğitim antlaşması ile son bulur. Bu anlaşma Türkiye’deki gelecek vaat eden zeki öğrencilerin ABD’deki üniversitelere çekilmesi, beyin göçü gibi durumlara neden olmuştur. Diğer bir etkisi ise ülkemizin eğitim sistemine doğrudan müdahaledir. Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde oluşturulan Eğitimi Geliştirme Komisyonu’nun üçte ikisi, Amerikalı ve Fulbright bağlantılı personelden oluşmuştur. Buradaki ki asıl amaç eğitim sistemine sirayet eden komünizm etkilerini silmek, Türk eğitim sistemini kendi kültür emperyalini yerleştirmekti. Yine bu kapsam Amerika kültürün kalıcılığı arttırmak için yabancı dilde eğitimi dayatmış, İngilizce okullarda okutulmaya başlanmıştır.

1960’lara giderken Türkiye’de sanayi ve mesleki eğitimlerde ilerleme yaşanır. Ülkemizdeki gelişmeleri yakından takip eden ABD, bu sanayi hamlelerinden rahatsız olur. Bu kalkınmanın ekonomik bağımsızla gideceği endişesi nedeniyle saldırılar başlar.

Türkiye’nin önce ekonomisine saldırılar ve krize sebep olacak operasyon çekerler. Türkiye’nin kurtuluş reçetesinin IMF olduğuna ikna ederler. IMF’ye tanışması öncesinde 27 Mayıs darbesi gerçekleşir. Kamuoyu darbe ile meşgul edilirken 28 Mayıs günü İMF, Türkiye’ye kredi vereceğini açıklar. İMF vasıtasıyla küreselci lobiler Türkiye’nin yönetimine dolaylı olarak ortak olurlar. Ardından ise eğitim sistemine saldırılar. Bu dönemde meslek ortaokulları kapatılır. Nasıl oluyor demeyin tekrar hatırlatmakta fayda var. Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde oluşturulan Eğitimi Geliştirme Komisyonu’nun üçte ikisi Amerikalı uzmanlardı…

1968’ e geldiğimizde ise öğrenci olayları patlak verir. Bu olaylar bahane edilerek Teknik okullar/ Yüksek teknik okullar kapatılıyor. Bu meseleyi biraz irdelediğimizde karşımıza OECD’nin çıktığını göreceğizdir.

Bu yaşananlardan şunu öğreniyoruz; ne zaman sanayide veya meslek gelişiminde atılım yapılsa bir saldırı oluyor. Bu saldırılar bazen darbe bazen de ekonomik saldırılarla yapılıyordu.

Devlet kurumlarına sızan ABD’li ajanlar düzenli aralıklarla Türkiye’deki gençlerin nüfus ve eğitim verilerini topluyor ve bu çalışmalarla genç nüfusa operasyon çekiyorlardı. Örneğin genç üretken iş gücünü Batıya taşıma bunlardan sadece birisidir. Almanya bu dönemde cazip iş alanı gibi gösterilerek Türkiye’den yoğun şekilde işçi toplamıştır.

1977’ye geldiğimde bu kez Necmettin Erbakan’ın ağır sanayi hamlesi başlattığını görüyoruz. Peki, ne oluyor bu kez? Yine sokaklar meydanlar kana bulanıyor. İşçi olayları meydana geliyor. Bu olaylara üniversiteli öğrenciler de dâhil ediliyor. Ardında da hükümet devriliyor… Sanayi hamlesi başlamadan bitiyor!

Bülent Ecevit’e sanayileşmeyi bırakın, özelleştirme gidin deniliyor. Ecevit bu konuda adım atmıyor diye o dönemlerde aleyhinde gazetelere manşetler atılıyor ve Ecevit kamu gözünde yıpratılıyor.

1980 darbesi sonrası Türkiye’de neoliberal politikalar gelişiyor. Eğitim sisteminde ise yine değişimler sahne alıyor. YÖK 1981 de kanunla kuruluyor. Sonrasında ise Eğitim Enstitüleri kapatılıyor. Reform yapıyor denilerek yerlerine Eğitim Fakülteleri açılıyor. Bu fakültelere İngiliz uzmanlar getirtilerek müfredatlar hazırlatılıyor. Bu hamleyle siyasal yaşama değil de eğitime darbe vuruluyor. YÖK kanunu dışarıdan hazırlanmış ve ülkemize getirilmiştir. Bu sayede Türk gençleri daha iyi kontrol altına alınmış oluyordu.

1992 yılına geldiğimizde SSCB dağılmasıyla dünyada önemli değişimler yaşanmaya başlıyor. SSCB’nin karşısında yer alan NATO bir anda boşa düşüyor. NATO kendini feshetmek yerine yeni tehdit arayışına giriyor ve İslam coğrafyasını tehdit kapsamına alıyor. İslami terörizm söylemleri bu dönemden sonra sık sık gündemde tutuluyor.

1997’ye geldiğimizde yine bir darbe ile karşılaşıyoruz. Bu kez “irtica” ya karşı Milli Güvenlik Kurulu devreye giriyor.

28 Şubat sonrası İmam Hatip Ortaokulları kapatılıyor. İmam Hatip Liseleri de bahane edilerek tüm meslek liselerine terminal sistemi getiriliyor. Bunlara ek olarak bir de katsayı engeli ile mücadeleye zorlanan meslek liselerinin cazibesi bir anda yerle bir oluyor. Bunun neticesinde “Gülen Okulları” bir anda toplumun gözdesi halini alıyor ve FETÖ yapısı önemli ölçüde insan kaynağını kontrolü altına alıyor.

Bu yıllarda yaşanan bir diğer mesele ise köy okullarının kapatılması ve taşımalı eğitime geçilmesi. Ülke genelinde milyonlarca öğrenci bir anda sabah-akşam servisler taşınmaya başlıyor. Bu olaylar cereyan ettiği sırada Dünya Bankası tarım desteğini %1’lere kadar düşürüyor. Bu operasyon ile köyler boşalıyor ve kente göç hızlanıyor. Sonucunda ise tarımda üretim azalırken, tüketim artıyor.

2000’li yıllara geldiğimizde Ak parti kuruluyor. Ak partinin kurulurken kadro eksiği vardır. Bu eksiği o dönem hazırda bekleyen FETÖ grubunun kadroları ile kapatmıştır. ABD’nin politikalarını uygulayan bu ekip tüm devlet kurumlarına sızmış hatta ele geçirmişti. Milli Eğitim camiası da bu kurumlardan biriydi. 2005’e gelindiğinde “Dünya Vatandaşlığı” adı altında eğitimler başladı.

Yine aynı yıl, çıkan kanunla tekniker kadrosuna operasyon çekilir ve kamuda bu kadroda çalışanlara asgari ücret ödenmesi kararlaştırılır. Böyle olunca teknik kadrodaki iş gücü ya yurt dışına kaçma planı yapıyor ya da tekniker olmak yerine mühendisliği hedefliyor.

2009 yılında ise 27 Teknik öğretmen yetiştiren okul kapatılıyor.

Bu gelişmelerin sonunda üretime destek verecek vasıflı/kaliteli insanlar yerine vasıfsız, ucuz insan topluluğu oluşuyor.
Şuan ki verilere göre %35’lik ev gençliği mevcut. Diğer bir ifadeyle bu gençler aileye yük; hiç iş aramayan, anne-baba parasıyla geçinen ve internet bağımlısı bir nesil. Bilinçsiz ve vasıfsızlar…

Çok önemli bir konuya daha dikkat çekmek istiyorum. Türkiye’de ne zaman bir darbe yapılsa 1 yıl içerisinde, özellikle kargaşa ortamında, kadroların da değişmesini takip ederek MEB’te gizliden sessizce operasyon çekilmiştir. Çoğu zaman bu operasyonlar isimler bulunmuş ve “proje” denilmiştir.

Artık uyanık olmalıyız.

Osmanlı Devletinin sonunu hazırlayan bu operasyonları Cumhuriyet’ten sonra da hatta günümüzde de görmekteyiz. Buhârî ve Müslim’in beraberce naklettiği bir hadîste Peygamber Efendimiz (asm) şöyle buyurmuştur:

(Akıllı ve olgun) Mü’min aynı delikten iki defa sokulmaz, ısırılmaz.

Osmanlı devletini zehirleyen emperyalistlere bu kez izin vermemeliyiz. Hadiste de ifade edildiği gibi akıllı olmalı ve çevremizde dönen oyunları sezmeliyiz. İmza yetkisinde görev yapan idarecilerin vizyon ve ehliyet sahibi kimselerden olması gerekmektedir. Attığı her bir imzanın sonuçları iyice analiz edilmelidir.

Özellikle gençlere vatan sevgisi ve vefa duygusu aşılanmalıdır.

Emperyalistler, Osmanlı Devletinde yaptığının aynısını Cumhuriyet’ten sonra da yıllarca yapmaya devam ettiklerini görüyoruz. Onların bu savaşı bizleri üretmeyen toplum yapıp, fakirleşmemize zemin hazırlamışlardır. Bu konuda önemli istatistik paylaşmak istiyorum. Asgari ücretle çalışan nüfus oranı ülkemizde %60 civarında iken Avrupa’da bu oran %9, Dünya genelinde ise %3,5 olduğu görülmektedir.

Ülkemizin üretip zenginleşmediği sürece bu verilerin değişmesi pek mümkün değildir. Beyin göçünü engellemek, mesleki ve teknik eğitimleri cazibeli kılmak bu konuda atılması gerek ilk adımlar olmalıdır.

Derleyerek Yazan,
Cemal DURUK