NEDEN KARŞIYIZ, NE İLE KARŞIYIZ ?

Tarihler boyunca toplumları ve toplumsal süreçleri yönetmek için oluşturulan belli başlı yapı ve faktörler vardı. Bu faktörler, kendi arasında bir denklem yaratarak sistemin temel hareketini oluşturdu. Zamanla, sistemin kontrol yapısını çözümleyen bireysel iktidar hallerinin diyalektikleri doğrultusunda, kendi çark sistemlerini oluşturarak toplumsal ahlak ve çerçeveyi yıkmak amacıyla toplumsal yönetimi sağlamaya çalıştılar.

Geçmişten günümüze, farklı yollar ve faktörlerle denendikçe bu yapı gelişti. 16. yüzyılda yeni bir zemin kazanan sistem, o günden sonra dünya üzerindeki toplumlar üzerinde yapısal yönetime el koydu. Sistem çarkları bir eksende ve aynı doğrultuda çalışıyordu. Kendi karşıtlığını dahi, kendi sistemsel süreci ile hazırlayarak, bir yapıya dönüştü. Ancak tarihler boyu hesaba katılmayan bazı noktalar göz ardı edildi. Kadim köklerine bağlı sistem münafıkları, işte burada bu sürece karşıtlık oluşturacak bir duruma geldiler.

Sistemi anlamak, görmek ve karşıtlığını ortaya koymak için yeni bir bakış açısına ve ufka ihtiyaç vardı. Bu bağlamda, karşıtlık sürecini tahlil etmek, mevcut sisteme karşı mücadele zeminini oluşturmak gerekmekteydi. Gereken şey, önce sistemi tanımak; sistemin neyin ayrılığını ve karşıtlığını ortaya koyduğunu görmek ve ardından yeni bir metodoloji ile bir yol haritası çıkarmaktır.

İşte burada devreye önce ilk soru ile başlamalıyız.

Sistem Nedir?

Sistem, bir amaca ulaşmak için belirli bir düzen içinde işleyen, birbirine bağlı unsurların oluşturduğu bir bütündür. Bu unsurlar kendi başlarına çalışırken, bir arada olduklarında daha büyük bir işlevi yerine getirirler. Sistemlerin temel özelliği, her bir parçanın birbiriyle etkileşimde bulunarak genel işleyişe katkı sağlamasıdır. Sistemler, yalnızca fiziksel değil, sosyal, kültürel ve ekonomik alanlarda da varlık gösterir. İnsanların günlük yaşamını etkileyen pek çok sistem vardır ve bu sistemler birbirleriyle iç içe geçmiş bir yapıda işler. Bu işleyiş sürecindeki sistemlerin türler bazı ile toplumsal süreçler ile iç içe şeklinde hareket sağlar. Sistem türleri kontrol dişlisi olarak çalışırken toplumsal yönetim metodolojisini oluştur. Oluşan metodolojik yaklaşım ile toplum mühendisliği ve süreç kontrol sağlanır. Bu süreç ve kontrolün sağlayıcı faktörler şunlardır;

  1. Ekonomi ve Finans Sistemi: Bu sistem, bir toplumda mal ve hizmetlerin üretimi, dağıtımı ve tüketimi ile ilgili düzeni belirler. Ekonomik sistem, bireylerin ve kurumların kaynakları nasıl kullandığını, gelir dağılımını ve genel ekonomik büyümeyi yönetir. Finansal sistem, paranın nasıl dolaştığını, yatırım ve tasarrufların nasıl yönlendirildiğini, bankaların ve diğer finansal kuruluşların işleyişini içerir.
  2. İdari Sistem: İdari sistem, devletin kamu hizmetlerini ve yönetim süreçlerini düzenler. Bu sistem, devletin yasal düzenlemeleri, bürokratik yapı ve kamu görevlerinin nasıl yerine getirileceği gibi konuları Devletin kurumları ve bürokratik yapısı bu sistemin temel öğeleridir.
  3. Askeri Sistem: Askeri sistem, bir toplumun savunma gücünü oluşturan, savaş, güvenlik ve strateji konularını yöneten bir yapıdır. Bu sistem, ordunun yapılandırılması, askerî eğitimi ve savunma stratejilerinin oluşturulması gibi alanları kapsar. Toplumların dış tehditlere karşı korunmasını sağlar.
  4. Komut ve Zabıta Sistemleri: Komut ve zabıta sistemleri, toplumsal düzeni sağlamak için devletin güç kullandığı ve kolluk kuvvetlerinin görev yaptığı sistemlerdir. Komut sistemi, ordu ve diğer güvenlik güçlerinin hiyerarşik yapısını düzenlerken, zabıta sistemi yerel düzeyde düzeni sağlamak için polis teşkilatını ve diğer kolluk kuvvetlerini içerir.
  5. Sağlık Sistemi: Sağlık sistemi, bireylerin sağlığını korumak ve hastalıkları tedavi etmek amacıyla kurulan bir yapıdır. Bu sistem, hastaneler, klinikler, sağlık sigortaları, ilaç sektörleri gibi bileşenleri içerir. Amaç, halk sağlığını iyileştirmek ve sağlık hizmetlerine erişimi kolaylaştırmaktır.
  6. Eğitim Sistemi: Eğitim sistemi, bireylerin bilgi, beceri ve değerlerle donatılmasını sağlamak için yapılandırılmış bir sistemdir. Okullar, üniversiteler, meslek eğitim kurumları gibi yapılar bu sistemin bir parçasıdır. Eğitim sistemi, toplumu geliştiren ve iş gücü ihtiyacını karşılayan en önemli unsurlardan biridir.
  7. Çalışma Hayatı Sistemi: Çalışma hayatı sistemi, iş gücünün üretim sürecindeki rolünü düzenler. İşçi-işveren ilişkileri, iş yasaları, çalışma koşulları, ücretler gibi unsurlar bu sistemin temel bileşenleridir. Aynı zamanda sosyal güvenlik ve işçi hakları da bu sistemle ilgilidir.
  8. İnanç ve Din Hizmetleri Sistemleri: İnanç ve din hizmetleri, toplumların manevi ihtiyaçlarını karşılamak için oluşturulmuş bir sistemdir. Bu sistem, dini inançlar, ibadet yerleri, dini liderler ve dini eğitim kurumlarını içerir. Bu sistem, toplumların moral değerlerini, kültürel kimliklerini şekillendiren önemli bir unsurdur.
  9. Medya Sistemleri: Medya sistemi, bilginin yayılmasını sağlayan, toplumun gündemini belirleyen ve halkla etkileşime geçen bir yapıdır. Gazeteler, televizyon, radyo, internet ve sosyal medya bu sistemin bileşenlerindendir. Medya, kamuoyu oluşturma ve bilgi akışını yönlendirme açısından kritik bir rol oynar.
  10. Gençlik Hizmetleri: Gençlik hizmetleri, gençlerin toplumsal hayata entegrasyonunu sağlamak ve onların sosyal, kültürel, eğitimsel ve psikolojik gelişimlerine katkıda bulunmak amacıyla kurulan bir sistemdir. Bu hizmetler, gençlerin sağlıklı bir birey olarak yetişmesine yönelik çalışmalar içerir.
  11. İnsan ve Aile Hizmetleri Sistemleri: İnsan ve aile hizmetleri, ailelerin ve bireylerin refahını artırmaya yönelik bir sistemdir. Bu sistem, aile içi şiddet, boşanma, çocuk bakımı ve engelli bireylerin hizmete erişimi gibi alanlarda toplumun desteği için hizmet sunar.
  12. Adli Yargı ve Ceza Sistemleri: Adli yargı ve ceza sistemi, suçları önlemek, suçluları cezalandırmak ve hukukun üstünlüğünü sağlamak amacıyla kurulur. Bu sistem, mahkemeler, savcılar, avukatlar ve cezaevlerini içerir. Adaletin sağlanması ve toplumsal düzenin korunmasında kritik bir rol oynar.

Bu sistemlerin her biri, tarihsel süreç içerisinde zamanla evrimleşerek ve toplumsal yapıyı şekillendirmede aktif rol alır. Alınan faktörsel etkiyle tarihin yeni süreci hazırlanmıştır.16. yüzyılda başlayan değişimlerle birlikte süreç daha da göz önünde belirleyici kuvvet haline bürünüştür. Avrupa’da, özellikle Rönesans ve Aydınlanma dönemi ile birlikte bireysel özgürlükler ön plana çıkmış, ekonomik ve toplumsal yapı birey merkezli bir hale gelmiştir. Bu dönemde, daha çok kişisel çıkarlar ve bireysel haklar ön plana çıkmaya başlamıştır.

Toplumda her birey, devletin dışında kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmeye başlamış, bu da toplumsal sistemlerin yeniden yapılandırılmasına neden olmuştur. Bu dönüşüm, günümüzdeki bireyselcilik ve kapitalizm gibi yapıları doğurmuştur. Oluşan yeni düzende dünyayı merkezi düzlemde yeniden yapılandıran ve yönetimi sağlayan bir düzen oluşturmuştur. Oluşan sistem düzeninde ana karşıtlık birey ve toplum arası çatışma yaratarak sağlanmıştır. Sağlanan çatışmada bireyin toplumsal normlar ekonomik temel üstüncülüğü ile oluşan finans sistemi düzeninde baş göstermiştir.

Birey ve Toplum Arasındaki Çatışmanı Temeli;

Tarihsel süreç içerisinde toplumlar, başlangıçta kolektif değerler, ortak amaçlar ve toplumsal ahlak üzerine inşa edilmiştir. Toplumların temelinde, bireylerin kendi çıkarlarını bir kenara bırakıp, toplumsal bütünün iyiliğini ön planda tutması anlayışı yatmaktaydı. Feodal yapı, dini ve geleneksel normlar, insanları kolektif değerlerle şekillendirmişti. Bu yapıda birey, toplumun bir parçası olarak varlık gösteriyor, toplumsal normlara uyum sağlıyordu.

Ancak, sanayi devrimi ve feodal yapının çöküşüyle birlikte, toplumsal ve ekonomik yapılar hızla dönüşmeye başladı. Kapitalizm, bireyselcilik ve ekonomik rekabet, toplumsal ilişkileri yeniden şekillendirdi. Bu yeni düzende, bireyler daha fazla özgürlük ve fırsat arayışına girdi. Ekonomik sistemdeki bu dönüşüm, toplumsal yapıyı bireysel çıkarlar doğrultusunda yeniden organize etti. Bu süreç, feodal toplumun yerini bireyin ve piyasanın ön plana çıktığı kapitalist bir düzene bırakmasına neden oldu. Bu yeni düzen, ekonomik tekelcilik, güç ayrılıkları ve sınıf farklarının artması gibi toplumsal eşitsizliklere yol açtı. Ayrıca, toplumsal ahlak ve kolektif değerlerin kaybolması, bir tür ahlaki çöküşü beraberinde getirdi.

Bireyselcilik, toplumsal değerlerin erimesine, kişisel çıkarların ön plana çıkmasına neden oldu. Toplumlar, önceki toplumsal bağlardan ve ortak değerlerden koparak, bireylerin kendi çıkarları doğrultusunda şekillenmeye başladı. Bu dönüşüm, üretkenliği azaltan, bireylerin yalnızca kendi çıkarlarını gözettiği, kolektif hedeflerden sapmaların yaşandığı bir toplumsal yapıya evrildi. Birey, bir yandan daha bağımsız görünse de, aslında toplumsal bağlardan koparak bir nevi yalnızlaşmış oldu. Toplumda yaygınlaşan bu bireysel hırslar ve çıkarlar, toplumsal huzursuzlukları, adaletsizlikleri ve eşitsizlikleri de beraberinde getirdi.

Sonuç olarak, bu tür bir toplumsal yapının varlığı, sisteme içsel çöküşler ve krizler getirmiştir. Bireylerin çıkarları doğrultusunda şekillenen toplumlar, moral değerlerden uzaklaşmış ve üretkenlikten sapmıştır. Bu tür bir yapının sürdürülebilir olması ise zorlaşmıştır. Mevcut sistemin sürekli krizlere girmesi, bu krizlerin kaçınılmaz bir şekilde daha büyük bir çöküşe yol açması, insanlık için tehlikeli bir sonu işaret etmektedir. Bu noktada, bir çıkış yolu bulmak için, mevcut sistemin yeniden sorgulanması ve yeni bir anlayışın ortaya çıkması gerekmektedir.

Yeni Bir Ufukta Mefkûre İhtiyacı

Bugün geldiğimiz noktada, mevcut sistemin sürdürülebilir olmadığı ve toplumsal yapının yeniden yapılandırılması gerektiği aşikardır. Bu yeniden yapılanma için, sadece ekonomik ya da politik bir çözüm aramak yetersiz olacaktır. Daha derin, daha kapsamlı bir değişim gereklidir. Bu değişim, birey ve toplum arasındaki dengeyi yeniden kurmayı, toplumsal adaleti, eşitliği ve ahlaki değerleri ön plana çıkarmayı amaçlamılıdır.

Bu noktada “mefkure” kavramı önem kazanmaktadır. Mefkure, bir toplumun geleceğini şekillendiren, insanları daha iyi bir yaşam için harekete geçiren yüksek idealler ve amaçlardır. Mevcut sistemi eleştirerek, kadim değerlerle şekillenen yeni bir toplumsal yapıyı inşa etme gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Kadim değerler, toplumsal bağların güçlü olduğu, ahlaki ve etik anlayışların ön planda tutulduğu, bireylerin bir bütünün parçası olarak hareket ettikleri bir

sistemi işaret eder. Bu değerler, toplumları birbirine bağlayan temel unsurlardır ve onların varlıklarını sürdürebilmesi için hayati öneme sahiptir.

Yeni bir mefkure, bireylerin kendi çıkarlarının ötesine geçerek toplumun çıkarlarını ve ortak iyiliği önceleyen bir anlayışı teşvik etmelidir. Bu anlayış, bireylerin daha anlamlı bir yaşam sürmelerine katkı sağlayacak, toplumsal sorumluluk ve dayanışma anlayışını güçlendirecektir. Bu mefkure, yalnızca ekonomik ya da siyasi çözümlerle sınırlı kalmamalı, aynı zamanda insanları daha yüksek bir ahlaki sorumlulukla birleştirecek bir toplumsal ideali barındırmalıdır.

Birey ve toplum arasındaki bu dengeyi kurarken, kadim izlerin ışığından faydalanmak önemlidir. Bu izler, insanlığın geçmişteki tecrübelerinden ve değerlerinden alınacak dersleri içerir. Geçmişteki toplum yapılarındaki güç birliği, dayanışma ve toplumsal sorumluluk gibi değerler, bugünün toplumu için yol gösterici olabilir. Bu değerlerin ışığında, bireysel çıkarların ön plana çıktığı bir dünyada kaybolan toplumsal bağları yeniden inşa etmek mümkündür.

Bu yol haritası, bireylerin toplumsal bağlarını güçlendirecek, toplumların daha adil, eşitlikçi ve ahlaki temeller üzerine inşa edilmesini sağlayacaktır. Kadim değerlerle şekillenen bu toplumsal yapıyı yeniden inşa etmek, sadece bir ütopya değil, somut bir hedef olabilir. Bu süreç, toplumun her bireyini kapsayacak şekilde, herkesin ortak değerler doğrultusunda bir araya gelmesini sağlayacak bir yeniden doğuşu simgeliyor olabilir.

Bu çerçevede, birey ve toplum arasındaki çatışmaların aşılması için, hem toplumsal hem de bireysel düzeyde yeni bir anlayışa ihtiyaç vardır. Bu yeni anlayış, toplumsal adaletin, eşitliğin ve ahlaki sorumluluğun ön planda olduğu bir yapıyı inşa etmeyi amaçlamalıdır. Geleceğe dönük atılacak adımlar, geçmişin kadim değerlerinden beslenmeli, ancak aynı zamanda modern zamanın ihtiyaçlarına da cevap verebilmelidir. Verilecek cevap asılında kadim köklerimizde saklıdır. Kadim köklerin geleceğe ışık tutacak yanı yeni yolun ve mefkûrenin temel taşını oluşturacaktır.

Kadim İz ve Köklerden Mefkûreye Bir Yol Haritası?

Kadim iz, tarih boyunca şekillenen toplumsal değerler ve ahlaki ilkelerden beslenen bir yol haritasıdır. Bu iz, toplumların temelini oluşturur ve onların gelişiminde önemli bir rol oynar. Her dönemde, geçmişin tecrübeleri ve toplumsal yapılarının öğrettikleri, toplumların gelecekteki yönelimlerini şekillendirmiştir. Ancak modern çağla birlikte, bu kadim izlerden sapmalar yaşanmış, yeni bir dünya düzeni kurulmuş ve bu düzen, geleneksel değerlerin kaybolmasına yol açmıştır.

Günümüzde, bireysel çıkarlar ve finansal odaklı sistemler öne çıkarken, toplumsal ahlaki yapılar ve adalet ilkeleri zayıflamıştır. Bununla birlikte, kadim izlere dönmek ve bu değerlerle modern dünyanın gereksinimlerini birleştirerek geleceğe yönelik bir yol haritası oluşturmak gereklidir. Geleceği inşa etmek, geçmişin tecrübelerinden yararlanmakla mümkündür. Bu yol haritası, bireyi ve toplumu daha dengeli, adaletli ve ahlaki bir zeminde birleştirecek şekilde tasarlanmalıdır.

Tasarlanacak yeni yolun ana izlemesi gereken iki kadim sürecimiz vardır. Bu kadim süreçteki izlerimiz geleceğin mefkuresinin temel dayanağı olacaktır. Bu süreçler iki noktada esas alabiliriz;

Mekke ve Medine Süreci: Toplumsal Dönüşümün Simgesi

Peygamber Efendimizin Mekke’den Medine’ye göçü, sadece fiziksel bir yer değiştirme değil, aynı zamanda derin bir toplumsal ve ekonomik dönüşümün simgesidir. Bu süreç, İslam toplumunun temellerinin atıldığı bir dönüm noktasıdır ve sadece dini değil, aynı zamanda toplumsal ve ekonomik bir yenilik getirmiştir.

Mekke Dönemi: Mekke, inançsızlık ve zulmün merkezi, aynı zamanda ekonomik açıdan güç odaklarının şekillendiği bir toplumdu. Bu dönemde, bireyler çoğunlukla maddi çıkarlar için birbirleriyle mücadele ediyor, toplumsal eşitsizlik ve adaletsizlik yaygın bir şekilde hissediliyordu. Bireysel çıkarlar toplumsal huzuru bozar hale gelmişti.

Medine Dönemi: Medine’ye göç, sadece bir coğrafi değişim değildi; aynı zamanda yeni bir düzenin kurulması, toplumsal yapının yeniden şekillendirilmesiydi. Medine’de kurulan yeni toplum, adalet, eşitlik ve ahlaki değerlere dayalıydı. Bireylerin ve toplumun çıkarları birleştirilerek, her bireye hak ettiği saygı ve değer verilmişti. Medine, ekonomik ve toplumsal refahın sağlandığı, farklı inançların bir arada huzur içinde yaşadığı bir ortam haline gelmişti.

Peygamber Efendimizin bu dönemdeki rehberliği, birey ve toplum arasındaki dengeyi kurma çabası, adaletli bir düzenin inşa edilmesinin temelini atmıştır. Bu süreç, kadim izlerin önemini bir kez daha gözler önüne sermektedir. Gelecekte de benzer bir dönüşümün gerçekleşebilmesi için, adalet, eşitlik ve ahlaki değerlerin ön planda tutulması gerekmektedir.

Eski Türk Kadim İzlerinde Süreç

Başta belirttiğimiz gibi kadim iz, toplumların tarih boyunca edindikleri değerler, gelenekler ve ahlaki ilkelerden beslenen bir yol haritasıdır. Bu iz, yalnızca dinî ve ahlaki temellerle sınırlı kalamayacağı gerçeğini de yansıtmaktadır. Kadim izler aynı zamanda sosyal yapılar, yönetim biçimleri ve toplumun gelişimindeki tarihi sürecin bir yansıması olmuştur. Tarihler boyunca kadim izlerinin ufkunda her daim yeni yol açan ve mutlak devlet daimîliğini sağlamak çizgisini korumuştur. Devlet edeb-i müddet şiarı daimi ilkesi olmuş ve tarihi boyunca bu süreci izlemiştir. Bu devlet kadim izinde tarihinin önemli devletleri, özellikle Göktürkler, Hunlar, Selçuklular ve Osmanlılar, bu kadim izlerin oluşumunda belirleyici rol oynamıştır. Bu devletlerin her biri, toplumsal düzenin kurulmasında farklı stratejiler geliştirmiş, ancak her biri de adalet, eşitlik ve toplumsal refah gibi kadim değerleri esas almıştır. Alınan esasların ışığında oluşan bazı kadim izler tarihler boyunca aktararak günümüze kadar gelmiştir. Gelinen süreçlerde o dönemin devlet kadim izlerine şöyle bakabiliriz;

Hunlar: Bireysel Güç ve Toplumsal Bütünleşme

Hunlar, Orta Asya’nın en güçlü Türk topluluklarından biri olarak, bireysel liderliğin ve toplum birliğinin nasıl bir arada var olabileceğini göstermiştir. Hun İmparatorluğu’nda, özellikle Atilla döneminde, halkın refahını sağlayacak yönetim anlayışları geliştirilmiş ve toplumun farklı sınıfları arasında bir denge sağlanmıştır. Hunların toplumsal yapılarındaki en belirgin özellik, askerî başarılarla birleşen bir toplumsal bütünleşme arayışıdır. Hun toplumunda bireylerin devletle olan ilişkisi, güçlü bir merkezi yönetimin, toplumun her katmanını kucaklayarak düzenli ve adaletli bir yapı kurmasına olanak sağlamıştır. Bu anlayış, kadim izlerin toplumları birleştirme işlevini yerine getiren önemli bir örnektir.

Göktürkler: İlk Türk Devleti ve Toplumsal Denge

Göktürkler, Türk tarihindeki ilk büyük devlet olarak, toplumlarına önemli bir kadim iz bırakmıştır. Göktürkler ’in kurduğu devlet, Orta Asya’da Türk milletinin ilk siyasi birliğini sağlayarak, farklı boyların bir arada yaşaması için temel bir düzen kurmuştur. Göktürkler ‘in “Kut” anlayışı (devletin Tanrı tarafından verilen bir yönetim gücü olduğu inancı), adaletin ve eşitliğin devletin temeline yerleştirilmesi gerektiğini vurgulayan bir anlayışı yansıtmaktadır. Bu kadim iz, halkın devletle ilişkisini ahlaki bir zeminde inşa etmiştir.

Göktürkler, sadece askeri zaferleriyle değil, aynı zamanda toplumsal yapılarındaki adalet ve düzen ile de tarihe damgasını vurmuşlardır.

Selçuklular: İslam Kültürü ve Adaletin Yükselişi

Selçuklu İmparatorluğu, Orta Asya’nın kadim Türk geleneklerini, İslamiyet ile birleştirerek yeni bir yönetim ve toplumsal düzen kurmuştur. Selçuklu hükümdarları, “adaletli yönetim” ilkesi doğrultusunda toplumsal yapıyı şekillendirmiş ve geniş topraklarda farklı kültürlerin bir arada yaşamasına olanak sağlamıştır. Selçuklu yönetiminde, devletin her kademesinde adalet ve eşitlik ön planda tutulmuş, özellikle İlhanlılar dönemiyle birlikte sosyal refah, eğitim ve sağlık gibi hizmetlerin yaygınlaştırılması sağlanmıştır. Selçukluların kadim izleri, birey ve toplum arasındaki dengeyi kurarak, halkın devletle olan ilişkisini adalet ve ahlak temelli bir sisteme dayandırmıştır.

Osmanlılar: Hükümet, Ahlak ve Toplumsal Huzur

Osmanlı İmparatorluğu, Türk tarihinin en uzun süreli ve en kapsamlı imparatorluklarından biri olarak kadim izlerin en belirgin örneklerinden birini oluşturmuştur. Osmanlılar, “Devlet-i Aliyye” anlayışıyla, halkın refahını ve toplumun huzurunu sağlamak için büyük bir bürokratik yapı oluşturmuşlardır. Osmanlı’da adalet, eğitim, ticaret ve halkın huzuru için oluşturulan yasalar ve sistemler, kadim değerlerin modernize edilmiş bir örneği olarak kabul edilebilir. “Kanunname-i Ali Osman” gibi yönetim belgeleri, devletin adaletli bir şekilde yönetilmesini sağlayan ilkelerle doludur. Osmanlı Devleti’nin yönettiği topraklar, farklı kültürler, dinler ve dillerin bir arada yaşadığı, toplumsal huzurun ön planda tutulduğu yerlerdi. Bu kadim izler, modern devlet anlayışına ilham verecek bir temel oluşturmuştur.

Bu süreçlerin ışığında geleceğe dair ilişkiler kurulmalıdır. Kurulan ilişkiler gelecek mefkurenin temel taşını oluşturacaktır.

Kadim İz ve Gelecek İlişkisi

Kadim izler, toplumların tarihsel süreçlerinde kazandıkları değerlerden oluşurken, bu değerlerin geleceğe dair bir yol haritası oluşturulurken çağın gereksinimleriyle harmanlanması gerekmektedir. Geçmişin öğretileri ve ilkeleri, bugünün sorunlarına çözüm sunabilecek kapasiteye sahip olup, bu izler sadece geçmişin değil, geleceğin de bir parçası olmalıdır.

Gelecek, kadim izlere dayalı olarak şekillendirilmeli ancak aynı zamanda günümüzün dinamiklerine de uyum sağlamalıdır. Göktürkler, Hunlar, Selçuklular ve Osmanlılar gibi büyük Türk devletlerinin oluşturduğu adalet, eşitlik ve ahlaki değerler, toplumsal yapıyı oluşturan ve huzuru sağlayan temelleri atmıştır. Bu kadim izlerin izlediği ilkeler, modern dünyanın gereksinimleriyle birleştiğinde, geleceğe yönelik sağlıklı bir yol haritası oluşturulabilir. Kadim izlerin geleceğe taşınabilmesi için ise bireysel ve toplumsal düzeyde adaletin sağlanması, ekonomik eşitsizliğin ortadan kaldırılması ve ahlaki değerlerin toplumun her katmanına yerleştirilmesi gereklidir. Bugün, bireylerin çıkarları ve maddi kazançları ön planda olsa da toplumsal huzur ve refah ancak kolektif değerlerin güçlendirilmesiyle sağlanabilir. Bu bağlamda, kadim izler geçmişten geleceğe bir köprü kurarak toplumların daha adil, huzurlu ve dengeli bir şekilde gelişmesini sağlayacak potansiyele sahiptir.

Ancak gelecek ve mefkureye giden süreci işlerken bu sürecin inde yaşadığımız sistem dinamiklerinden oluşan çıkmazlar da göz ardı edilemez. Bu çıkmaz sürecin içinde mücadele ederken sistem çarkında dişli olup sistem işleyişine katkınızda olabilirken sistem münafığı olmakta bizlerin elinde işte bu sürece Araf adını veriyoruz. Araf süreci sistem çıkmazında ki ara kalınmış durum ancak kriz halini anlama haldir.

Araf’taki Durum: Sistem İçindeki Kriz

Araf süreci, toplumsal ve bireysel çıkarlar arasında sıkışmış, adalet ve ahlaki değerlerden sapmış bir toplum ile bu toplumsal değerler uğruna halen hayatta kalan sisteme karşı sistem münafığı olarak ‘’DİRİLİŞÇİ’’ halinde kalan toplumsal sürecin durumu ifade eder. Araf’taki sistem, tek merkezli düşünceler ve çıkarlar üzerine inşa edilmiş olan merkezde sistemin en aktif ve saldırgan halinde ki süreçten kırılma anı noktasıdır. Bu sistemin insanları finansal köleliğe sürükleyerek ahlaki değerleri yıkması, toplumsal yapıyı zayıflatması ile başlayan süreç yeni ufukta doğan sürecin ortaya koyduğu değerler ile karşıt sürecini başlatacaktır. Bu sürece verilen yol dirilişi yoldur.

Yeni Bir Diriliş: Sistemden Çıkış

Sistemi değiştirmek ve yeni bir düzen kurmak için “dirilişçi” bir duruş gerekmektedir. Bu duruş, geçmişin kadim izlerinden ilham alarak, toplumsal dengeyi yeniden inşa etmeyi amaçlar. Bu süreçte, birey ve toplum arasındaki uyum, devlet ve aile yapıları arasındaki denge ön planda tutulmalıdır. Yapılan bu denge ve kadim izlerin ışığında oluşacak mefkurede toplumsal değer ve ahlak ile yeniden diriltmekle başlayacaktır.

Mefkûremizdeki Şifre Kızılelma

Süreçler ele alınarak kadim izlerin ışığında çıktığımız araf süreci ile dirilişçi izlenimlerimizin de ufkuyla oluşan bu yolun ilk adımı mefkûredir.

Mefkûre yolu bizlere ufuk olan sistem çelişkisinde ki çıkmazların çözüm noktası olmuştur. Sisteme karşı yeniden bir diriliş ve yeni oluşacak dünyanın penceresini aralamaktadır. Bu aralanan süreç işin başıdır. Sürecin ilk ışığı ve basamağı ufku adım hedef ve daim hedeflerin adımı olan Kızılelma şifresini tarihsel sürecine yeniden yapılandırarak hayat içine geçirmekte bulacağız. Peki, Kızılelma ve yeni ufuk nerededir dersek de;

Kızılelma, Türk milletinin tarihi boyunca ulaşmaya çalıştığı yüksek idealleri simgesi halinde olmuştur. Bu idealler, toplumsal değerler ve ahlaki doğrulara dayalı bir sistemin kurulması gerektiğini vurgulamıştır. Bugün, bu idealleri yaşatmak için geçmişin değerleri ile geleceğin ihtiyaçları arasında bir köprü kurmak doğrultusunda ki ana metot olacaktır. Bireysel çıkarlar yerine, toplumun çıkarlarını ön planda tutan bir düzen oluşumundaki iki kadim izden biridir. Oluşan süreç kadim izlerin ışığında Mefkure çatısında birleşerek yeni ufukta görülen dünyada yerini alacaktır.

İşte Kadim izlerimizin, toplumların tarihsel süreçlerinde kazandıkları değerleri ve bu değerlerin gelecekteki toplumsal yapıları nasıl şekillendirdiğini göstermektedir.

Göktürklerden Osmanlılara devletin ışığında Medine’den geleceğe imanın yoluna kadar uzanan bu kadim izler, toplumsal dengeyi, adaleti ve huzuru inşa etmek için önemli bir temel oluşturacaktır. Geleceğe yönelik bir yol haritasında yeni ufka çıkılan bu yolda bu izlerle şekillendirilmeli ve toplumların daha adil, huzurlu ve dengeli bir şekilde gelişmesi sağlanmalıdır.

Ertürk ERYILMAZ
Sosyolog - Strateji Uzmanı