SORUNLARIMIZI ÇÖZMEZSEK, HAYAT BOŞLUK KABUL ETMEZ!
Hz. Peygamber’in İslâm davasını hâkim kılmadaki başarısının birçok etkenleri olmakla beraber bunlardan en önemlilerinden biri de insanların sorunlarına çözümler sunmasıdır. Bir hareketi ütopik olmaktan kurtaracak olan sorunlara çözüm bulma eylemi, aynı zamanda ulema merkezli bir yapının da oluşmasını sağlar. Hz. Peygamber bunları başardığı gibi âlim sahabileri önderlik makamına getirmek suretiyle gelecek olan ümmetlerine de gerekli mesajı vermiştir. Günümüzde rabbani ulemanın olmayışı, akademik çalışma yapanların sorunları çözmekten ziyade sorunlar üretmeleri, toplumsal güveni kaybetmeleri, siyasetin yönetiminin aydınlarda ve teknisyenlerde olması, verili ve icazetli siyasetin dini ilimlerde derinleşenleri bünyesine almaması, ülkemizde İslâmî bir hareketin doğuşunu engelleyen faktörlerden bazılarıdır. Hâlbuki İslâm’ın doğuşundan inkişaf dönemine kadarki tarihini incelersek görürüz ki İslâm çözümdür. Mekke’de Mekkî çözüm, Medine’de Medenî çözümdür. Fıkhın sonraki dönemlerini araştırdığımızda; fakihlerimizin değil pratik olaylara, farazi meselelere bile çözümler sunduklarına şahitlik ederiz. İşte o dönem âlimlerini inandırıcı kılan ve İslâm’ın yayılmasının önünü açan hikmetlerden biri de budur.
Günümüzde ise Müslümanların sorunlarına; “Bu sorunları İslâm toplumu üretmedi” diye yabancı kalındığı gibi; İçtihat kapısı kapanmıştır anlayışıyla da ilgi duyulmamaktadır. Temelinde iyi niyet ve radikal bir çıkış olsa da bu yanlış ve eksik yaklaşım Müslümanların çocuklarını ideolojik düşüncelerin kucağına itmiştir. Gençlerimizi boşlukta bırakmıştır. İdeolojiler bu çarpık anlayış nedeniyle dinleştirilmiştir. Akademik camia ise İslâmî çözüm yerine genelde dünya sisteminin verilerine teslim olmayı tercih etmişlerdir. Müslümanlara tepeden bakmayı ve onları küçümsemeyi yeğlemişlerdir. Yeni bir şey söyleyemedikleri gibi, Müslümanların siyasi, iktisadi, hukuki, ahlaki ve eğitim alanlarıyla ilgili meselelerine deva mahiyetinde herhangi bir proje de ortaya koyamamışlardır. Üzerinde durulup doktora çalışması gereken bir husus; akademik çalışma yapanlarımızın hiçbir orijinal söylemi yoktur. Ya Mutezilenin, Haricilerin, Mürcie’nin veya sünni gelenek içerisinde bazı âlimlerin şaz olan görüşlerinin tekrarı yapılmış veya batılılar tarafından iğfal edilmiş hastalıklı kişilerin, yahut oryantalistlerin fikirleri güncellenmiştir. Bizim ilahiyatçılarımızın cesaretleri hadım edilmiştir. Özellikle de hakkında yüzlerce ayet olmasına rağmen vahiy merkezli yeni bir siyaset projesi sunmak ve kurumsallaşmasına öncülük etmek hususunda sanki dillerini yutmuşlardır. Bu anlamda kimseye zulmetmeyelim; medreselimizde tamamen suskundur. Bazı akademisyenler, dine bile batılı bir pencereden bakmayı şiar edinip İslâm’ın en temel farzlarından olan cihadı literatürlerinden çıkararak emperyalizme dolaylı hizmet vermektedirler. Fildişi kulelerde artistik tartışmalarla Müslümanların sorunları çözülmez. Kur’an ve sünnet merkezli yapılan projeler topluma deklare edilip İslâm gündeme taşınmadıkça da mesafe almak mümkün değildir. Biz bu ifadeleri İslâm’ı kendisine dert edinenler için açtık; İslâmî bir derdi olmayanlar için söyleyecek bir şeyimiz yoktur.
a-Müslümanların, içtihat kapısının kapandığı şeklindeki önermeyi yanlış anlamaları ve bu yanlış algıyı evrenselleştirmeleri. Bilinmeli ki içtihat kapısı ehliyetsiz ve adalet vasfından uzak kimselere kapalıdır. İçtihat ehliyeti ve yeterliliği olan Rabbani ulema için bu kapı kıyamete kadar açıktır. Şayet Rabbani ulema yoksa, onları yetiştirmek ve ümmetin sorunlarını onlara havale etmek Müslümanların üzerine farzdır.
b-İslâm toplumlarının genelinde mektebi anlamda bir İslâmî hareketin olmayışı, hayata dinle anlam verilmesini ve bu bağlamda meselelerin İslâm’a göre çözüme kavuşturulmasına mani olmuştur. Söylemek istediğimiz, laik ve ideolojik devlet yapıları özgün ulemanın ve onların ellerinden zuhur edecek ilmi çalışmaların çıkmasına müsait değildir.
c-Müslümanların yaşadığı ülkelerdeki laik-seküler hukuk sistemi böyle bir çalışmaya fırsat vermemiş ve Müslümanları engellemiştir.
d-Farklı İslâm toplumlarındaki hareketleri örnek alan ve yerelleşemeyen yeni yapılanmalar, olaylara dinden çözüm bulmayı gündemlerine taşıyamayıp kısır çekişmeleri tercih etmişlerdir. Farklı İslâmî anlayışlar çerçevesinde kamplaşarak yapay gündemlerle güçlerini tüketmektedirler.
e-Müslüman toplumlardaki İslâmi yapılanmaların önderlik kadroları daha çok aydınlardan ve teknik elemanlardan oluşmuştur. Bu kimseler, ya bilgisizliklerinden çözüm bekleyen konuları gündeme almamışlardır, ya da bu konular ehliyetli insanlar tarafından çözülecek olursa kendileri önderlik makamlarından düşerler endişesiyle hasetliklerinden dolayı sorunların çözülmesini itememişlerdir. Neticede Müslümanlar hayatın öznesi olamamışlar ve kâfirlerin gündemiyle sürekli oyalanmışlardır. Bugün bile en çok konuşulan, siyasi konular olmasına rağmen Müslümanların alternatif siyasetle ilgili hiçbir uygulanabilir projelerinin olmayışı üzüntü duyulması gereken bir durumdur. Eğer bu saha boş kalacak olursa, modern yaklaşımlar boşlukları doldurur ve Müslümanlar kolayca dünya sisteminin bir parçası olurlar.
f-Müslüman gençlerin okuduğu bazı davet önderleri de -en azından bizim ülkemizde– çözümsüzlüğe ve ütopik siyasete zemin hazırlamıştır. Burada hatalı olan davet öncüleri değil, anlama sorunu olan ve İslâmi ilimlerin usulünü kavrayamayan kimselerdir. Örneğin “Önce medineni kur sonra çözüm ara; İslâm, cahiliyenin sorunlarını çözmek zorunda değildir” sözü bir ara o kadar tuttu ki gençler dillerinden düşürmez oldular. Sonuçta ne medine kuruldu, ne de cahiliyenin etki alanından çıkılabilindi.
g-Müslümanlar yapay gündemlerle meşgul edilip esas sorunlar sürekli ertelenmiştir. Görünmez bir el daima yapay gündemler oluşturmakta ve Müslümanların kafaları karıştırılmaktadır. Bu konuda Müslümanlar bir türlü Peygamber Efendimizin siyasetini ameli hâle getiremediler. Resulullah(s.a.v.), her zaman kendi gündemini kendisi belirlemiştir. Hiçbir zaman kâfirlerin gündemine göre hareket etmemiştir. Zira başkalarının gündemine göre hareket etmek davayı ve dava adamlarını sıradanlaştırır.
Sorunlarımızın ve çözüm üretemeyişimizin bazı nedenleri bunlar olduğuna göre, dini hassasiyeti olan ilim adamlarımızın bu konularda acil çözümler üretmeleri elzemdir. Peygamber Efendimiz, “Her zor meselenin içinden çıkan ve çözüm üreten” vefa ve takva ehli Müslümanları övmüştür.[1] Aksi halde, hayat boşluk kabul etmez ve birileri cahilce de olsa çözüm(!) üretir. Durumun böyle olabileceğini bilen Peygamber Efendimiz bizlere uyarı mahiyetinde şu evrensel çağrıyı yapmıştır: “Allah Teâlâ verdiği ilmi insanlardan söküp almaz. Fakat âlimler öldüğü zaman ilimde onlarla beraber gider. Öyle ki toplumda hiç âlim kalmaz. İnsanlar bu ortamda cahil kimseleri önder edinirler ve meselelerinin çözümlerini onlara sorarlar. Bu cahil kişiler bilgisizce fetvalar verirler; sonunda hem kendileri sapkınlaşırlar, hem de insanları sapıtırlar.”[2] Bütün bu uyarılar bizleri plânlı, programlı, ilkeli, kadrolu, ahlaklı, kuşatıcı ve çözümcül çalışmalara davet etmektedir.
[1]İbni Mace,Fiten, 16,Had.no:3989, c.II,s.1320.
[2]Abdürrezzak,Musannef,Had.no:20477,c.XI,s.256;Ahmed,Müsned,c.II,s.162