Zulmün Gölgesinde Hz. Adem Paradigması
İnsanlık Hz. Âdem (A.S.)’la başlar. Bu, bir peygamber ve bir kitabın merkezinde Allah inancıyla tamamlanmış bütün semavi dinlerde böyledir.
İlk insanın dünya anlayışının, günümüz insanı dünya anlayışına oldukça zıt olması, rahmani bilgilerle, ahlaki ve etik değerlerin, zamanımızda pek dikkate değer görülmemesindendir. Bunu daha iyi analiz edebilmek için, Hz. Adem (A.S.)’ın yaşam coğrafyası ve oluşan beşeri ilişkilerin muhakemesini günümüz değerlerine birebir indirgeyerek, düşünce sınırlarımızı mantığımızın esaretinden kurtarma erdemine taşımak isabetli olacaktır. Zira bu değerleri, zihniyet farklılıklarından uzak, nesnel olmayan; popüler bir mantık anlayışı ile tamamen reddetme lüksüne sahip değiliz. Düşünüp, inanca teslim etmek de; eğer bir şüpheye düşmeyi ya da bir kaçış mekanizmasını çalıştırıyorsa, en azından farklı bir alternatif inanç ya da mantığa giydirim de söz konusu değilse, bize girdapta kalmak üzere bir durum yaşatır. Bu durum esasen, gelenekçi din anlayışının temelini oluşturmaktadır.
Gelenekçi yaklaşım, merak etmeyen, araştırmayan, şekle yoğunlaşmış, içerikten ve manadan yoksun, tortulaşmış bir din anlayışını takip eden, toplumları oldukları noktadan bir hamle dahi ileri götürmeyen anlayıştır. Bu anlayış, araştırmadan kaçış ve şüphede kalmamak için körü körüne bağlanış furyası, toplumları, ilmi araştırmalardan uzaklaşmaya sevk etmiştir. Tarih boyunca, semavi dinlerle doruk noktalara ulaşmış medeniyetler, peygamberlerden kısa bir süre sonra en uç noktalara yükselmiş; ancak uzun vadede, doruğa yükselişin verdiği rahatlık, o toplumun rehavete düşmesine neden olmuş, kendini nefes alıp vermek gibi heyecan duyurmayan inanışlara ve bağlılıklara terk etmiştir. Bu bağlılık başta din olmak üzere üstün değerleri konfor alanında yedekleyip, içsel yaşam alanlarından uzaklaştırmıştır.
Rabbimiz, Araf Suresi (22.,23.,24.,25.) ayetlerinde şöyle buyuruyor:
“Bu sûretle onları kandırarak yasağa sürükledi. Ağaçtan tattıklarında kendilerine avret yerleri göründü. Derhal üzerlerini cennet yapraklarıyla örtmeye başladılar. Rab’leri onlara, “Ben size bu ağacı yasaklamadım mı? Şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim mi?” diye seslendi.”
“Dediler ki: “Rabbimiz! Biz kendimize zulüm ettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.”
“Allah, dedi ki: “Birbirinizin düşmanı olarak inin (oradan). Size yeryüzünde bir zamana kadar yerleşme ve yararlanma vardır.”
“Allah, dedi ki: “Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve oradan (mahşere) çıkarılacaksınız.”
Hz. Adem (A.S.) ve o dönemin beşeri değerleriyle, zıtlığından bahsettiğimiz bugünün beşeri değerleri anlayışı arasındaki farklılık; inanç ile inançsızlık arasındaki kutuplaşmaya temel oluşturmuştur. Hz. Adem’in cennetten yeryüzüne indirilişi ve bu yüzeyin O’na bir ceza/imtihan olarak görüldüğü, yüce kitabımız Kuran-ı Kerim’de bizlere nakledilmiştir. Nitekim; Cennetten yeryüzüne indirilen insan, dünyayı bir ceza diyeti olarak kabullenme sıkıntısını yaşarken, O’na bazı görevlerde yükleniyordu. Zira; Dünyanın en saf hali, ilk insanın bedenini tertemiz bir şekilde kuşatmıştı. Allah onu en özel elementlerden bezemiş/yaratmıştı. Tabiata aykırılık derecesinde dışsal olumsuz etkilerden uzak bir ortamla kuşatmıştı bedenini. Adeta sürtünmenin olmadığı uzay ortamında nasıl ki aşınma söz konusu olamıyorsa; dışsal parazitlerden yoksun, tertemiz bir dünya ortamında da yaşam, elbette uzun olacaktı. Hz. Âdem’in bir çok kaynakta 940 yıl ya da dokuzyüz küsür yıl civarı yaşadığı bahsedilir. Buradan o dönem insanların da uzun yıllar yaşadığını anlayabiliyoruz.
İlk insan biyolojisinin ve beden uyum dengesinin muhteşemliği insanlara bu değişimi gözlemleme fırsatı vermese de, zeka, akıl ve tecrübe üzere bir abide gibi yükselen kültür değerlerimizin bizler için önemi bu aşamadan sonra başlıyor. Bazı değişimler akıl mantık dışı olarak algılansa da bunların zaman içerisinde doğruluğu bir bir ortaya çıkmıştır ve süreç devam etmektedir. Gelişen tıp ve özellikle genetik ilmi bizleri bugün bile hayrete düşüren çalışmalar içine girmiş ve başarılı neticeler alınmaktadır. Genetik ilmi daha ileri çalışmalarla bir çok hikmeti de aklı selime aşina hale getirmiştir.
“Allah, sizi bir tek nefisten yaratan ve kendisi ile huzur bulsun diye eşini de ondan var edendir. (İnsan) eşiyle birleşince eşi hafif bir yük yüklenir (gebe kalır) ve (bir müddet) onu taşır. Gebeliği ağırlaşınca her ikisi de Rableri Allah’a, “Eğer bize iyi ve sağlıklı bir çocuk verirsen, elbette şükredenlerden olacağız” diye dua ederler.” (Araf: 189)
İnsan zihni, ayeti kerimelerdeki bir çok hikmeti çözebildiği ölçüde çözmeli tabi. Günümüz insanı her ne kadar çözebildiği her sırrı ilahi bilgi olmaktan çıkarıp, seküler literatüre dahledip, madde ve bilim hanesine yüklese de; esasen sünnetullah üzere olduğu gerçeğini örtemeyecektir.
Ancak; çözemediği sırlar konusunda inkarda ısrarcı olmamak, mantığına uyduramadığı oluşumları kabullenmemenin zihin bütünlüğüne vereceği zararları da göz ardı etmemelidir.
Hz. Âdem (A.S.)’ın günümüz insan ömrüne kıyasla daha uzun bir ömür yaşamış olabileceğinden bahsetmiştik. Cennetten yeryüzüne indirildiğinden de… Dünya O’nun dünyasıydı. O, sağlığında pay etti çocuklarına. Ne kadar üzülmüş olsa da, yaşamayı da sevmişti elbet. Hz Adem (AS)’ın yaşadığı dönem içerisinde bile anlayış farklılıkları varlığını hissettiriyor. Bir tarafta, bizlerin bugünlerde bir karış toprağa bir dikili taşa cennet dediğimiz 21. Yüzyıl paradigması; diğer tarafta, bütün dünyanın emrine verildiği ve bunu ceza/imtihan olarak algılayan Hz Adem paradigması. Mukayesenin ne derece reel olduğu, hangi kıstasların neye/kime göre kabul göreceği, hangisinin hangisinden ileri ya da geri olduğu belirsizliği, ilahi adaletin denge düzeninin ispatı olsa gerek.
Hz. Adem (A.S.), fıtrata en uygun olan, değer sayım örnekliğini en saf haliyle idrakimize sunmuştur. O’nun yaşadığı dönem dünya tasavvuru ile günümüz dünya tasavvuru arasındaki değer farklılığı birbirine taban tabana zıt bir kutup içeriyor. O’nun dönemi dünyası bir imtihan olarak algılanırken, günümüz dünya anlayışı iyice merkezileşmiştir (sekülerizm).
Bakalım!
Bizler Hz. Adem (A.S.)’ın bugünkü evlatları olarak; her sıkıştığımızda, “karga”dan aldığımız ilhamı bile erdem sayarken; menfaatimize her dokunduklarında milyonlarca “Habil”in katledilmesine seyirci kalmakla, kadim coğrafyalarımıza daha neler kazandıracak ya da kaybettireceğiz.